Archives Şubat 2022

gogus muayene

Göğüs duvarını torakal vertebralar ile sternum kemikleri arasında bilateral olarak bulunan kostalar oluşturur. Herbir kosta kendisi ile ilgili vertebra ile sinovial tarzda eklemleşme oluşturur. Sternum ile ilişkisi olan kostalarda yine sinovial tarzda eklemleşme oluştururlar. Kostalar lineer olarak dışa doğru kavis yaparlar ki kostokondral birleşme noktaları bu kavis bölgesindedir.

Kostalar, torakal ve sternal vertebralar ile oluşturdukları eklemlerin hareketi ile inspirasyon sırasında kraniodorsal yönde hareket ederek göğüs boşluğunun genişlemesine, ekspirasyon sırasında ise kaudoventral yönde hareket ederek göğüs boşluğunun normal genişliğini almasına neden olurlar.

Evcil hayvanlarda göğüs bölgesinin muayenesi göğüs duvarının ve göğüs boşluğundaki anotomik yapılar (trahea, bronş, bronşioller, akciğerler, kalp ve vasküler yapılar, mediastinum, oesofagus, diaframa)’ın muayeneleri oluşturur.

Göğüs duvarı ve boşluğunun muayenesi bazı cerrahi lezyonların, özellikle de kalp ve akciğerlerin hastalıklarının değerlendirilebilmesi için önemlidir. Ayrıca mediastimunda bulunan yapılar (thymus bezi, kalp, trachea, oesophagus, lenf nodülleri, kalbe giren ve çıkan damarlar)’ın hastalıklarının değerlendirilmesi içinde önemlidir. Bu amaçla, dikkatli ve doğru bir anamnez ile başlatılan muayene göğüs duvarının inspeksiyonu,  palpasyonu ve perküsyonu ile göğüs boşluğundaki akciğer ve kalp seslerinin oskültasyonu ile sürdürülmelidir.

Göğüsün latero-lateral ve ventro-dorsal/dorso-ventral pozisyonlarda radyografilerinin değerlendirilmesi yukarıda bahsedilen anatomik yapıların patolojik hastalıkları hakkında önemli bulgular sağlar. Ayrıca göğüs’ün ultrasonoğrafik değerlendirilmeside yapılmalıdır. Pleural aralıktaki effüzyonların klinik ve laboratuvar muayeneleri için zorunlu durumlarda thoracosentesis uygulanmalıdır.

Hayvanlarda akut solunum sıkıntısı genellikle birden bire pleural aralıkta sıvı ya da hava birikmesi ile ilgili olabilir. Hayvanın yan tarafına yatması ile solunum sıkıntısının artması, sternoabdominal pozisyonda yatması ya da ayakta durması ile bu sıkıntının görülmemesi ve hayvanın bu pozisyonlarda kalmayı ya da yatmayı tercih etmesi pleural aralıkta hava varlığının ya da sıvı effüzyonunun fiziksel bulgusu olarak kabul edilir.

Göğüs Bölgesinin Muayenesi

Bazı vakalarda hayvanın dirseklerini abduksiyon pozisyonunda tutması, aynı zamanda baş ve boynunu ekstensiyon (opistotonus) pozisyonunda tutması solunum sıkıntısının fiziksel bulgusu olarak kabul edilir. 

Göğüs duvarının inspeksiyonu simetrik bir şekilde yapılmalıdır. Göğüs bölgesinin muayenesi göğüs duvarındaki kontüzyon, laserasyon, sıyrık, yüzlek ya da derin yaralar, şişkinlikler, fistül deliği ve akıntılar ile solunum sırasındaki normal ve anormal hareketler inspeksiyonla belirlenebilir. Göğüs duvarındaki anormallikler ventilasyon mekanizmasını değiştirir ve solunum sisteminde fonksiyon bozukluklarına neden olabilir.

Göğüs duvarının palpasyonu önden arkaya ya da arkadan öne doğru dikkatli bir şekilde yapılmalıdır. Palpasyonda kostaların anatomik bütünlüğündeki bir bozulma, kosta uçlarının içe ya da dışa doğru yönelmesi, bölgede bir çöküntünün, deformasyonun, hatta krepitasyonun belirlenmesi kosta kırığını tanımlarken kırık bölgesinde belirgin bir yumuşak doku şişkinliği de belirlenir. Palpasyonda; özellikle genç hayvanlarda, kostakondral bölgede sıra şeklinde sert hipertrofik düğümçüklerin belirlenmesi kemik metabolizma hastalıklarından raşitizmayı akla getirir. Göğüs duvarı ayrıca interkostal kas rupturları, subkutan anfizem ve göğüs duvarı kitleleri yönünden dikkatli palpe edilmelidir.

Göğüs duvarının oskültasyonu ve perküsyonu akciğar ve pleural aralıktaki hastalıkların değerlendirilmesinde ve belirlenmesinde başvurulan iki önemli diagnostik metottur. Sternoabdominal pozisyonda yatan ya da ayakta duran bir hayvanın göğüs duvarının oskültasyon ve perküsyon bulguları pleural boşluk ve akciğer hastalıkları hakkında önemli ipuçları verir. Dikkatli bir değerlendirme yapılabilmesi için oskültasyon ve perküsyonun bilateral olarak yapılması gereklidir.

Oskültasyon sırasında hayvanın ağzının ve burun deliklerinden birinin kapatılması hayvanın daha derin solunum yapmasına dolayısı ile de akciğerlerdeki anormal seslerin değerlendirilmesine yardımcı olması bakımından faydalıdır.

Oskültasyonda inspirasyon ve ekspirasyon sırasında sert-kuru akciğer seslerinin duyulması bronşial yangıyı (bronchitis), nemli ve hırıltılı sesler ise bronşial infiltrasyonu belirler. Sadece inspirasyon sırasında krepitasyonlu sesin duyulması ise infiltrasyonla dolu alveollerin varlığını tanımlar. Oskültasyonda sürtünme seslerinin duyulması minimal seviyede pleural effüzyonlu pleuritisi belirlerken solunum ve kalp seslerinin net alınamaması, hayvanın pozisyonuna bağlı akciğer seslerinin değişmesi pleural effüzyonun önemli klinik bulgusu olarak yorumlanır.

Perküsyon yalnız uygulandığı zaman yanıltıcı olabilir. Perküsyon plesimetre ve perküsyon çekici ile yapılabildiği gibi perküsyon yapılacak yere plesimetri gibi konan sol elin işaret ve orta parmağı üzerine sağ elin fleksiyon pozisyonunda tutulan işaret ve orta parmağının perküsyon çekici gibi vurulması ile gerçekleştirilir.

Perküsyonda belirlenen mat, donuk ses pleural aralıkta sıvı (hydrothorax, chylothorax, pyothorax, haemothorax gibi) ya da kitle (hernia diaphragmatica, lumeni gaz ile dolu mide hariç) varlığına yorumlanırken, timpanik, açık ses ise pleural aralıkta hava varlığına (pneumothorax) ya da lumeni gaz ile dolu midenin fıtıklaşması (h. diaphragmatica)’na yorumlanır. Pleural aralıkta sıvıdan şüphelenilen durumlarda perküsyonun genellikle hayvan ayakta iken bilateral olarak yapılması tercih edilir.

Göğüs duvarının oskültasyonunda akciğer seslerinin normal ya da artmış olarak belirlendiği dorsal alan ile akciğer seslerinin azaldığı ya da kaybolduğu ve kalp seslerinin boğuk olarak duyulduğu ventral alanı bir birinden ayıran sıvı bir hattın varlığının belirlenmesi ve belirlenen bu sıvı hattın üstünün perküsyonunda açık, net ses, alt tarafın perküsyonunda ise mat,  donuk sesin belirlenmesi pleural effüzyon (hydrothorax, chylothorax, neoplastıc effusion, pyothorax, haemothorax gibi) varlığına yorumlanır.

Göğüs duvarının oskültasyonunda ventralde normal akciğer ve kalp sesleri ile dorsalde azalmış ya da kaybolmuş akciğer seslerini bir birinden ayıran bir hattın varlığı ve bu hattın üst tarafının perküsyonunda artmış açık, timpanik ses, alt tarafının perküsyonunda ise normal açık, net sesin belirlenmesi pleural aralıkta hava varlığına (pneumothorax) yorumlanır.

      Göğüs duvarının bir yarımının oskültasyonunda azalmış ya da kaybolmuş akciğer ve kalp sesleri dışında bağırsak seslerinin duyulması, perküsyonda ise donuk ve mat sesin,  bazen de açık ve timpanik sesin (lumeni gaz ile dolu midenin) belirlenmesi yanında göğsün diğer tarafının oskültasyonunda ise bronkoalveolar ve kalp seslerinin artmış olarak belirlenmesi hernia diaphragmatica’ya yorumlanır.

Hava ile dolu akciğerlerin çok iyi pozitif kontrast vermeleri nedeni ile toraks radyografisi, göğüs duvarı ve intratorasik yapıların değerlendirilmesinde önemli diagnostik tekniklerden biridir. Toraksın radyografisi çoğunlukla lateral (latero-lateral), ventro-dorsal ve dorso-ventral pozisyonlarda alınır. Hekimin isteği doğrultusunda değişik pozisyonlarda da toraksın radyografisi alınabilir. Normal toraksın radyografisi inspirasyon sonunda alınmalıdır. Normal toraks radyografisinde akciğer alanları koyu dansite gösterirken akciğerlerle ilgili vasküler yapıların detayları çoğunlukla kaybolur.

      Yan yatmış bir hayvanın lateral göğüs radyografisinde alt tarafta kalan akciğer lobunun inspirasyonda zayıf havalanmasından dolayı radyografide daha belirgin olan üstteki akciğer lobudur. Ayrıca vasküler ve intersitisyel yapıların daha belirgin görüldüğü akciğer lobunun üstteki akciğer lobu olması nedeniyle lateral pozisyonun belirlenmesinde ve değerlendirilmesinde bunun dikkate alınması gerekir. Lateral pozisyonlarda bazı lezyonların süperpoze olmalarından dolayı yanlış yorumlanmaya neden olunmaması için ventro-dorsal ya da dorso-ventral pozisyonda ikinci bir filiminde alınması gereklidir.

Toraksın radyografisi ile kosta kırıkları, çatlakları, deviasyonları, sternum ve torasik vertebralarla ilgili kırık, spondylitis, spondylosis, osteomyelitis ve deformasyonlar, trakea, bronş ve bronşioller ve akciğer dokusu ile ilgili hastalıklar, kalp ve vasküler yapılarla ilgili hastalıklar, torokal ösefagus ile ilgili hastalıklar, diafragma bütünlüğündeki bozukluklar ile pleura, pleural aralık ve mediastinumdaki hastalıkların değerlendirilmesi yapılır.

Trakea, toraksın lateral radyografisinde çok kolay görünür. Trakea lumeninin daralması trakeal kollapsa, yerinin değişmesi trakeal deplasmana (deviasyonu), halkalarının belirgin beyaz görüntü (radiodensite) vermesi trakeal kalsifikasyona ve peritrakeal doku aralıklarında havanın bulunduğunu gösteren sınırlı ya da yaygın siyah alanın (radiolusent) görülmesi ise trakeal ruptura yorumlanır.

Normal bir toraks radyografisinde bronşlar hilus bölgesinde görülebilirken bronşioller vasküler yapılar nedeni ile ayırt edilemezler. Akciğer sahalarının radiolusentindeki azalmalar bronş ve bronşiollerle ilgili yangıları, özellikle de kronik yangıları tanımlarken, halka ya da yüksük gibi radiodensite görünümleri peribronşial infitrasyona yorumlanır. Bronş ve bronşiollerdeki genişlemeler (bronchiectasi)’in belirlenebilmesi için bronchography uygulanmalıdır.

Akciğerler sağ ve sol akciğer olmak üzere ikiye ayrılırken, sol akciğer kranial, medial ve kaudal üç loba, sağ akciğer ise kranial (apikal), medial (kardiak), kaudal (diaframatik) ve aksesuar (intermedier) olmak üzere dört loba ayrılır.

Alveoller ve bronşioller içindeki hava çok iyi kontrast verdiğinden radiolusent görünüm belirgindir. Radiolusent alanlarda en göze çarpan özellik  radiodensite ile belirlenebilen pulmoner damarlardır. Pulmoner damarlar arka planda hava ile dolu akciğerler nedeni ile açık bir şekilde görünürler. Akciğer loplarının havalanması herhangi bir nedenle azalır ya da engellenirse pulmoner damarların görünümünün ayırt edilmesi güçleşir.

Akciğerlerin normal görünümleri dışında genellikle bulanık, kenarları düzensiz ve belirsiz yama gibi ya da kuş tüyü gibi görünüm(ler) değişik nedenlere bağlı eksudatif infitrasyona neden olan pneumonilere yorumlanır.

Akciğerlerin radyografisinde soliter tipte ya da multiple özellikte nodüler dansite artışı gösteren yapılar akciğer tümörlerine yorumlanırken,  içerisinde sıvı dansitesi ile hava kontrastının miks olarak belirlendiği nodüler yapı(lar) akciğer abse’sine yorumlanır. Akciğerler metastazların en fazla olduğu dokulardır. Metastaz olup olmadığının değerlendirilmesinde primer malign neoplazmanın histopatolojik muayenesininde değerlendirilmesi ve birlikte yorumlanması gerekir.  Fakültemiz kliniklerinde primer neoplasmaların meme dokusunda bulunduğu iki dişi köpekte multiple özellikte nodüler dansite artışı gösteren metastazik pulmoner neoplazi olguları değerlendirilmiştir.

Torasik ve abdominal kaviteleri ayıran ve muskulotendinöz bir yapıda olan diaphragma toraksın radyografisinde göğüs içinde bir kubbe gibi görünür. Diafragmanın görünüşü hayvanın pozisyonuna, solunum siklusunun süresine, röntgen ışınlarının projeksiyon pozisyonuna ve hayvanın zayıf ya da şişman oluşuna göre değişir. Normal olarak sağ tarafına yatmış hayvanlarda diafragma sınırları az çok bir birine paralel olarak görünürken, sol tarafına yatırılmış hayvanlarda ise vena cava caudalis seviyesinde diafragma hatlarının keşiştikleri görülür. Yan yatırılmış hayvanlarda alınan lateral toraks radyografisinde önde kalan hemidiafragma çizgisi alt tarafta kalan hemidiafragmanındır. Ventro-dorsal ya da dorso-ventral pozisyonlardaki görünümlerde ise sağ ve sol diafragma çizgileri belirgin olarak görülür.

Toraksın lateral  radyografisinde diafragmada defekt, geçit, perforasyon belirlenmesi ve perforasyon yerinden abdominal kavitedeki organlardan birinin ya da birkaçının toraks kavitesine geçtiğinin belirlenmesi hernia diaphragmatica’ya yorumlanır. Hernia diaphragmatica’da diafragma sınırlarının kaybolduğu, intratorasik dansitenin artması nedeniyle diafragma, akciğerler ve fıtıklaşan organlar (karaciğer, mide, bağırsak, omentum) arasındaki kontrastın parsiyel ya da total olarak kaybolduğu görülür. Toraksın direkt radyografisinde, lumenlerinde gaz bulunan mide ve bağırsakların intratorasik olarak belirlenmesi ya da endirekt gastrointestinal radyografide ise kontrast madde olarak verilen baryum sülfatlı mide ve bağırsakların toraks kavitesinde görülmesi hernia diaphragmatica’yı kesin olarak tanımlar.

Hernia diaphragmatica’da toraks içinde transudat birikimi, fıtıklaşan karaciğerin boğulduğuna ve/veya vena cava caudalis drenajının engellendiğine yorumlanır. Bu durumda toraks içindeki detayların kaybolduğu görülür.

Normalde toraks radyografisinde görülmeyen pleura, kronik pleuritiste fibröz özellik kazanıp kalınlaşmasından dolayı görülebilir. Pleual aralıkta az miktarda bulunan sıvı effüzyonları torasik radyografide belirlenmesi oldukca zordur. Orta büyüklükteki bir köpekte yaklaşık olarak en az 100 ml kadar olan pleural sıvı varlığı toraks radyografisinde belirlenebilir. Mediastinal yapılar normalde yumuşak doku dansitesine sahiptirler.

      Toraksın lateral (ayakta) radyografisinde göğüs boşluğunun ventralinde sternum ile akciğer lopları arasında  göğüs duvarı ile akciğer lopları arasındaki mesafenin artması, akciğer lopları arasındaki yarıkların (interlober fissur)  genişlemesi, kalp ve diafragmanın görünümünün parsiyal ya da total olarak kaybolması, ayrıca toraksın ventro-dorsal ya da dorso-ventral radyografilerinde ise göğüs duvarı ile akciğer kenarları arasındaki aralığın genişlemesi ve interlober fissurlar içine doğru yayılan homojen özellikte sıvı dansitesinin belirlenmesi pleural bir effüzyonun varlığına yorumlanır. Lateral pozisyonda yatırılmış hayvanlarda ise pleural sıvı kaudal akciğer loplarının dorsalinde görülebilir. Toraks içindeki pleural sıvının daha belirgin görülebilmesi için ayakta lateral radyografik görünüm daha yararlı olabilir.

Toraks içindeki herhangi bir pleural effüzyonun niteliği; hydrothorax, haemothorax, chylothorax ya da pyothorax olup olmadığı, radyolojik olarak ayırt edilemez. Pleural effüzyonun niteliği ancak iğne thoracosentesisi ya da torakostomi tüp ile aspire edildikten sonra belirlenebilir.

Toraksın değişik pozisyonlardaki radyografilerinde, özellikle akciğerin perifer kısımlarında, interpulmoner radiolusent görünümden daha belirgin radiolusent görünüm pleural aralıkta serbest hava varlığına yorumlanır ki, bu pneumothorax’ı tanımlar. Lateral görünümde kalbin apeksinin sternumdan, arka akciğer lob kenarının diafragmadan, orta akciğer lob kenarlarının torasik vertabralardan uzaklaştığı belirlenir. Bazen akciğer lobları arasın (interlober fissur)’da bulunan serbest havanın, çizgi şeklinde radiolusent görünüm verdiği belirlenir. Ventro-dorsal ya da dorso-ventral pozisyonlarda pleural aralıkta belirlenen serbest hava, herbir hemitoraksta akciğer kenarları ve göğüs duvarı arasında görülebilir.

      Toraksın ventro-dorsal ya da dorso-ventral radyografilerinde mediastinumun tek yönlü olarak deplasmanı pleural kavitenin bir ya da her iki tarafındaki anormallikleri, akciğer lobunun kollapsını, pneumothorax,         h. diaphragmatica ya da adezyonları akla getirir.

Toraksın lateral direkt radyografisinde torasik ösefagusun trakeanın ve kalbin bazisinin dorsalinde radyopakt gıda maddeleri ya da hava ile veya her ikisi ile birlikte genişlemiş olarak görülmesi ösefagial akalasi (esohpageal achalasia) ya da megaösofagus tanımlar ki kesin tanı pozitif kontrast (baryum sülfat)’lı radyografide diafragmaya kadar genişlemiş ösefagusun gözlenmesi ile konulur.

       Direkt ya da özellikle endirekt radyografide kalbin bazisinin kranialindeki ösefagus bölümünde dilatasyonun belirlenmesine karşılık kalbin bazisinin kaudalindeki ösefagusun normal olarak görülmesi aorta ve a. pulmonalis arasında bulunan ve ösefagusun üzerinden geçen ductus arteriosus (ligamentum arteriosum)’un ösefagusu sıkıştırarak oluşturduğu anormalliği; persistent right aortic arch, tanımlar. Dilate ösefagusun gıda materyali ile ya da ösefagal hava ile dolu olduğu ve trakeayı ventrale doğru deviye ettiği belirlenir.

Fakültemiz cerrahi kliniğine sütten kesildikten sonra aldığı katı gıdaları geri çıkaran ve bu şikayetinin 20 gündür devam ettiği bildirlen 70 günlük, dişi, 4 kg ağırlığında bir Alman kurt köpeğinin klinik muayenesinde servikal osefagusun sıvı-hava dolu, şişkin, gevşek bir kıvamda olduğu, gıda yedirme testinde aldığı gıdaları birkaç dakika sonra geri çıkardığı gözlenen köpeğin osefagusunun kontrastlı radyografisinde kalbin bazisinin ön tarafında kontrast maddenin biriktiği, osefagusun dilate olduğu ve eksplaratorik torakotomide osefagustaki striktür yerinde belirlenen ligamentum arteriosum ve sağ aortik kemer; persistent right aortic arch,’ serbest hale getirilerek osefagustaki striktür rahatlatıldı.

Torakosentezis, göğüs boşluğuna aseptik şartlarda yapılan bir parasentezistir ki hem teşhis hem de terapötik amaçla uygulanan bir metottur. Torakosentezis ile aspire edilen pleurak sıvıların klinikopatolojik analizleri (fiziksel değerlendirme, mikrobiyolojik kültür, sitolojik değerlendirme) pleural aralıktaki hastalıklar hakkında önemli ipuçları verir.

Torakosentezisten önce torakosentezis’i gerektiren hava ya da effüzyonların valığı ve lokalizasyonu radyografi ya da ultrasonoğrafi ile belirlenmelidir. Bu amaçla ventro-dorsal, dorso-ventrel ya da lateral pozisyonlarda alınan radyografilerden yararlanılır. Hayvan ayakta dururken alınan lateral radyografide pleural aralıktaki hava ya da sıvı varlığı kesin olarak belirlenebilirken, ventro-dorsal radyografi ile sıvı varlığı, dorso-ventral radyografi ile de hava varlığı belirlenebilir. Ultrasonoğrafi ile pleural aralıktaki anormal miktarda ki sıvı varlığı belirlenebilirken pleural aralıktaki hava varlığı ultrasonoğrafi ile belirlenemez.

Torakosentezis genellikle sedasyon gerektirmeden uygulanabilir. Huysuz hayvanlarda hafif bir sedasyon yapılması gerekebilir.

Pleural aralıkta ki sıvı ayakta duran ya da oturur (sternal) pozisyondaki hastanın 4. ile 7. interkostal aralığın ventral üçtebirinde toplanır. Bu durum dikkate alınarak torokosentezis uygulaması sırasında, pleural sıvının kolay alınabilmesi için hayvanın ayakta ya da oturur pozisyonda tutulması gerekir. Hayvanın lateral ya da dorsal pozisyonda yatırılması pleural sıvının alınmasını zorlaştırır. Pleural aralıkta ki hava ise, lateral pozisyonda yatan hastalarda toraksın orta bölümünde, ayakta ya da sternal pozisyonda bulunan hastalar da ise toraksın dorsal üçtebirinde toplanır. Torakosenteziste bu pozisyonlar dikkate alınmalıdır.

Kedi ve köpeklerde torakosentezis için sternumdan 6. ve 8. interkostal aralığı içine alacak şekilde proc. transversuslara kadar olan alan bilateral olarak traş edilir. Traş edilen bölgenin dezenfeksiyonu yapılır. Torakosentezis 7. ya da 8. interkostal aralıktan; tam kostokondral birleşme yerinin sınırına ya da hafif üst tarafından, yapılır. Bölgenin anestezisi, 2-3 ml %2’lik lidokain’in 25 numara iğne ile deri ve derialtı dokulara 0,5-1 cm derinliğinde ilerletilerek uygulanan küçük enjeksiyonlar ile oluşturulur. Bu uygulama ile torakosentezis sırasında oldukca duyarlı olan parietal pleuranın  anestezisi de sağlanır.

Torakosenteziste kullanılan enjektör ile iğnesi arasına iki ya da üç yollu valfı bulunan setin takılması iatrojenik pneumotoraks oluşumunu engellemesi açısından yararlıdır. Torakosenteziste kullanılacak iğnenin büyüklüğü 21 numaradan 15 numaraya kadar olmalıdır. Büyük numaralı iğneler pleural aralıktaki hava ya da sıvının, özelliklede koyu purulent eksudatın kolaylıkla boşaltılması için tercih edilirken iatrojenik pneumotoraks riskini artırırlar. Küçük numaralı iğnelerin ise tıkanma riskine karşılık iatrojenik pneumotoraks’a neden olma riski azdır.

Şirurjikal olarak hazırlanan ve anestezi edilen interkostal aralığa iğne batırılır. Punksiyon sırasında her bir kostanın arkasında bulunan interkostal arterlerin korunmasına özen gösterilir. Punksiyonda dirençin kaybolduğu sırada şırınganın pistonu yavaşca geri çekilerek, aşırı vakum oluşturmadan, sıvı örnekleri elde edilir ya da pleural aralıktaki hava uzaklaştırılır. Hava ya da sıvı çıkışı sağlandıktan sonra iğne daha ileri ilerletilmemelidir.  Ayakta tutulan ya da sternal pozisyonda yatırılan hayvanlarda torakasentezis iğnesinin kranio-ventral yönde yönlendirilmesi pleural boşluktaki sıvının aspirasyonunu/akışını kolaylaştırırken, kranio-dorsal ya da kaudo-dorsal yönde yönlendirilmesi ise havanın çıkışını kolaylaştırır. Aspire edilen sıvı EDTA (ethylenediamine tetra-acetic acid)’li tüplerde analizler için toplanır. Sıvı örnekleri aspire edilmez ise iğne veya kateter geri çekilerek yeniden uygulanır. Enjektör pistonu zorla çekilerek aşırı vakum yapılmaktan kaçınılmalıdır. Vakumun artırılması iğne içine pleuranın, akçiğer dokusunun ya da fibrinin girmesine neden olarak istenmiyen travma oluşumuna, kanülün tıkanmasına ve sıvının aspire edilememesine neden olur.

Torakosentesis sırasında akçiğerin travmatize olmasını engellemek için kanül olarak meme sondası kullanılabilir.  Pleural effüzyonun aspirasyonu sırasında enjektörün manüplasyonu ile kanülün hareket etmesini önlemek için kanül ile enjektör arasına ilave kauçuk tüp takılabilir.

Farklı bir uygulama olarak torakosentezis sırasında interkostal aralığa dik olarak iğne batırıldıktan ve parietal pleurayı geçtikten sonra iğne ile birlikte enjektör karın duvarına paralel gelecek şekilde eğilir. Aynı zamanda hasta, torakosentez yapılan taraf alt tarafa gelecek şekilde yan yatırılır ise, pleural aralıktaki effüzyonun kolay bir şekilde aspire edilmesini, aynı zamanda da iğnenin akciğeri yaralaması önlenmiş olunur.

Pleural drenajın uygulanmasında farklı bir yöntem olarak torakostomi tüp (thoracostomy tube) uygulaması yapılabilir. Özellikle, pleural effüzyonun sürakli biriktiği ve tekrar tekrar torakosentezis uygulaması gerektiren hastalarda torakostomi tüp uygulaması endikedir. Torakostomi için kullanılacak tüp fleksibil olmalı. Bu özellikte silikon ya da polyvinyl torakostomi tüpleri mevcuttur. Tüpün yeterli drenajı sağlayacak iki ya da üç deliği bulunmalıdır. Hastada kullanılacak tüpün çapı, radyografi ile belirlenen bronş çapında olması daha uygun olur. Kırmızı kauçuk besleme tüpleri, silikon ya da polyvinyl torakostomi tüplerine oranla daha fazla reaksiyon oluşturmasına rağmen, uzun süreli pleural boşaltmada kullanılmadığı sürece ekonomik yönden silikon ya da polyvinyl tüplere alternatif olarak kullanılabilir.

Torakostomi tüpü, kritik olan hasta hayvanlara anestezisiz uygulanabilir. Gerekirse lokal interkostal sinir blokajı yapılabilir. Torakostomi tüpü uygulanacak tarafta, toraksın lateralinin traş ve dezenfeksiyonu yapılır.  Göğüs duvarının dorsal üçtebirinde, 10. ile 12. interkostal aralık seviyesinde, küçük bir deri ensizyonu yapılır. Uzun bir sitile ya da hemostatik pens kullanılarak ensizyon yerinden kranioventral yönde 3. ile 4. interkostal aralığa kadar küt diseksiyonlarla bir deri altı tüneli oluşturulur. Daha sonra bu tünel içinden tüp, stile ile ya da hemostatik pens ile 7. ya da 8. interkostal aralığa kadar dikkatlice ilerletilir. Bu seviyede, stilenin keskin ucu ile interkostal aralık dikkatlice geçilirken tüp karşı omuz doğrultusunda ilerletilir. Tüp, 3. ile 4. interkostal aralığa kadar önceden belirlenen uzunluk kadar kranioventral pleural aralığa kadar ilerletilir. Tüp, bir dikişle deriye tutturulur. Tüpün uygulandığı yere, bakteri girişi ve hava birikmesini önlemek için antibiyotikli bir merhem sürülür. Tüp basit bir pansumanla korunur.

Pleural aralıktaki effüzyon ya da hava varlığı hastanın yaşamını olumsuz yönde etkilemiyorsa pleural drenaj aralıklı olarak, hastanın yaşamını olumsuz yönde etkiliyorsa pleural drenaj sürekli olarak uygulanır. Torakostomi tüpünün ucu, su ile doldurulmuş basit bir şişe içine 3 –5 cm kadar pleural aralıktaki sıvı ya da havanın drenajına imkan verecek şekilde sokulur. Şişe içindeki sıvı ya da havanın pleural aralığa geri kaçmaması için şişenin, hayvandan en az 20 cm aşağıda tutulması gerekir. Pleural effüzyon ya da havanın tamamen uzaklaştırılmasından sonra torakostomi tüpü uzaklaştırılır.

Torakosentezis ya da torakostomi ile pleural aralıktan aspire edilen effüzyonun makroskopik görünümündeki saf, temiz transudat hidrotoraks’a, donuk, süt gibi beyaz ya da sarı lenf sıvısı şilotoraks’a, irinli koyu, beyaz, sarı, yeşil ya da kırmızı eksudat piyotoraks’a (empiyem), kan veya kanlı eksudat hemotoraks’a yorumlanırken, hava ya da gaz ise pneumothorax’a yorumlanır. Ayrıca pleural aralıktan aspire edilen ya eksudatif ya da transudatif özellikte olan ve sitolojik muayenede neoplastik hücreler (prolymphocytes, lymphoblast) bulunduran sıvı neoplastik effüzyon olarak isimlendirilir.

Hidrotoraks durumunda hasta, hipoproteinemi (hypoalbuminemia), özellikle de nefropatilere ve enteropatilere bağlı protein kaybı yönünden, karaciğer yetersizliği, beslenme bozukluğu ve şiddetli yangısel effüzyonlar yönünden muayene edilmelidir. Ayrıca pulmoner ya da sistemik kapillar hidrostatik basıncın bozukluğu,  konjesif sağ  ve sol kalp yetersizliklerinin hidrotoraksa neden olduğu da düşünülmelidir. Hidrotoraks durumunda göz önünde bulundurulması gereken diğer bozukluklar, venöz ve lenfatik drenajın obstruksiyonuna neden olan hernia diafragmatika da fıtıklaşan abdominal organların miktarı ve karaciğerin inkerserasyonu ile akciğer lobunun torsiyonu hatırlanmalıdır.

Pleuritis ve piyotoraks durumlarında hasta bakteriyel, viral, paraziter, fungal ve travmalar yönünden değerlendirilmelidir. Piyotoraksın en önemli nedenini bakteriyel kontaminasyonun kaynağını oluşturan göğüs duvarı ve ösefagusun perfore yaralanmaları, göğüs boşluğuna ulaşan yabancı cisimler ve mediastinal enfeksiyonlar ile diğer sistemik bakteriyel enfeksiyonların hematojen yayılması oluşturur ki hasta, bu açıdan dikkatli muayene edilmelidir.

Şilotoraks varlığında hasta, ductus thoracic’in konjenital anomalileri, ductus thoracic’in dilatasyonu (lymphangiectasia) ya da obstruksiyonu, lymphoma, vena cava’nın thrombosisi, dirofilariasis, kranial mediastinal kitleler, akciğer lobu torsiyonu, sağ konjessiv kalp yetersizliği (kardiyomiyopatiler, perikardial effüzyonlar),  dilate olmuş ductus thoracic’in küt ya da penatre yaralanmaları ile travmatik hernia diafragmatika’ya bağlı rupturu yönünden muayene edilmelidir.

Hemotoraks durumlarında hasta, kosta kırıklarını içeren travmatik toraks yaralanmaları, hatalı torakosentezis ya da torakotomi sırasında bir arteria interkostalis’in yaralanması ile oluşan primer kanamalar, trombositopeni, varfarin zehirlenmesi ya da disseminant intravasküler koagülasyona bağlı koagülopatiler, torasik damarların neoplastik infiltrasyonuna bağlı damar rupturları, aorta ve arteria pulmonalis duvarında bulunan  Spirocerca lupi ve Dirofilaria immitis parazitlerinin damar duvarında oluşturdukları patolojik değişikliklere bağlı spontan kanamalar yönünden muayene edilmelidir.

Neoplastik effüzyon durumlarında ise toraksta lokalize olmuş primer ya da metastatik neoplazmalar; lymphosarcoma, pulmonary carcinoma, metastatic carcinoma ve hemangiosarcoma,  yönünden hastanın özellikle radyolojik ve sitolojik muayenelerinin yapılması gerekir.

Pneumotoraks varlığında hasta, pleural boşluğa atmosferik havanın girmesine neden olan göğüs duvarının perforasyonu ile bronkus, trakea, ösofagus ve akciğer paranşiminin rupturu yönünden muayene edilmelidir. Ayrıca travmalarla ilgili olduğu düşünülen ve viseral pleura içinde havanın lokalizasyonu ile oluşan pulmonar kabarcıkların ya da mediastinumda patolojik nedenlere bağlı olarak gelişebilen pneumomediastinumun rupturlarının da spontan pneumotoraks’a neden olabileceği de dikkate alınmalıdır. 

Adresimiz: İstiklal Mah. Atatürk cad. No:144/A Odunpazarı/ESKİŞEHİR

7/24 İletişim Hattımız: +(90) 5442861971 

Konum

bas-boyun-muayene

Baş boyun muayenesi ile kaidesinden göğüs başlangıcına kadar olan bölgedir. Bu bölgenin muayenesinde, hava keseleri (sadece equidelerde), farenks, lenf bezleri, larenks, trachea, oesophagus, vena jugularisler, ense bölgesi (regio atlantooccipitalis), boyun kasları, ligamentum nuchea ve servikal vertebralar şirurjikal hastalıklar yönünden muayene edilmelidir.

Equidelerde baş boyun geçiş bölgesi olan regio parotidealar da  parotis bezi dışında hava keseleri  bulunur. Dolayısıyla, bu hayvan türlerinde, bu bölgelerdeki yangısel şişkinliklerin parotis bezi hastalıkları ile karıştırılmaması gerekir. Unilateral ya da bilateral parotis bölgesindeki yangı ile ilgili lokal klinik bulgulara ilaveten köpüklü burun akıntısının gözlenmesi, bazende alınan gıdaların bir kısmının burun deliklerinden gelmesi (regurgitasyon)’nin gözlenmesi yangının hava kese(ler)inde olduğuna yorumlanır.

Farenks ve larenks birbirine yakın yapılar olup, birindeki yangının diğerini etkilemesi kaçınılmazdır. Boynun üst ventral kısmının derin palpasyonunda duyarlılık ve lokal ısı artışının belirlenmesi farenks ya da larenksin veya her ikisinin yangısına yorumlanır. Farenks ve larenks’in en iyi muayenesi ağız açıldıktan ve dil yakalanıp ileri doğru çekildikten sonra, bölgenin iyi bir şekilde aydınlatılması ile yapılır. Bu amaçla larengeskope kullanılır. Larenks ve farenks, mukozalarındaki renk değişiklikleri, şişkinlikler, larenks lumenindeki daralmalar, ligamentum vokaleler, morgon poşundaki değişiklikler ve tümöral oluşumlar yönünden muayene edilir. Ayrıca, epiglottis ve palatinum molle’nin muayeneleride yapılır.

Baş boyun muayenesi

Boynun üst ventral kısmında bulunan retrofarengeal lenf bezlerinin palpasyonunda lokal ısı artışı, duyarlılık ve şişkinlik belirlenmesi bu bezlerin yangısına (adenitis) yorumlanır. Bu bezlerin yangısel şişkinlikleri, daha çok bölgede bulunan yumşak ve sert dokulardaki her türlü yangıların ortak bir klinik bulgusu olarak değerlendirilir.

     Sığırlarda boynun üst ventral kısmında bulunan bütün anatomik oluşumların; mandibula, farenks, larenks, lenf bezleri, trachea ve çevre yumşak dokuların, aktinomikoz ya da aktinibasilloz ile ilgili şişkinlikleri gözlenebilir ve palpe edilebilir. Bu açıdan, bu bölgedeki şişkinliklerin çok dikkatli inspeksiyonu, palpasyonu, anatomik yerleşim yerleri ve diagnostik punksiyon içerikleri ile hastadaki klinik bulgularının değerlendirilmesinin yapılması gerekir. Sığırlarda maksilla ya da mandibula üzerinde zamanla gelişen, büyüyen ve deformasyona neden olan, asimetrik bir yüz görünümü oluşturen, palpasyonda sert ve hareketsiz belirlenen apse ve fistül oluşumları ile karakterize lezyonlar aktinomikoza yorumlanır. Aktinomikoz, bütün hayvan türlerinde oluşursa da en fazla sığırlarda görülen kronik, progressiv,  indurasyonlu, granulamatöz, suppurative, apse ve fistüller ile karakterize bir enfeksiyondur. İhtiyaç durumunda radyolojik muayenelere başvurulabilir.

Baş boyun muayenesi

Trachea buyun bölgesinde muayenesi yapılması gereken soluk borusudur. Hastadaki ses anormalliklerinde tracheanın da palpasyonu, askultasyonu, endoskopisi ve radyografisi değerlendirilir. Trachea halkalarının bütünlüğü, duyarlılığı palpasyonla, mukozasında ödematöz şişkinlik bulunup bulunmadığı, lumeninde genişleme (tracheal kollaps) ve daralma (tracheal stenoz)’nın olup olmadığı endoskopik muayene, kıkırdaklarında kalsifikasyon ve mukozasında şişkinlik bulunup bulunmadığı radyolojik muayene yöntemleri ile belirlenir.

Trachea’nın proksimalinde 5. ve 8. trachea halkaları seviyesinde bilateral olarak bulunan glandula thyroidea’ların muayenesi klinik önem taşır. Normalde, palpasyonla belirlenemeyen bu bezler, yangıları (thyroiditis) ya da hormonal bozukluklara bağlı hipertrofilerinde (guatr, struma) belirgin olarak büyüdükleri görülebilir veya palpe edilebilirler. Bu bezlerin hastalıkları ile ilgili olarak, radyolojik, ultrasonoğrafik, sintigrafik ve tiroid hormonları (T3, T4)’nı içeren laboratuvar muayenelerinin, gerekirse alınacak biopsi örneklerinin histopatolojik tetkiklerinin de yapılması gerekir.

Boynun sol tarafında, ventralde, sulkus jugularis içinde seyreden ösefagusun muayenesi dış hastalıklar açısından önemlidir. Ösefagus yabancı cisimler, lumeninde çepeçevre genişleme (oesophagus dilatation, megaoesophagus), tek taraflı genişleme (oesophagus diverticulum) ve daralma    (oesophagus stenozu), mukozasındaki yaralar ve ülserler ile fistül yönünden muayene edilmesi gerekir. Bunun için, direkt inspeksiyonu, direkt ve endirekt (sondalama) palpasyonu, direkt ve endirekt (baryum sülfatlı) radyografisi ve endirekt inspeksiyon (endoskopi)’u yapılmalıdır. Ösefagus, servikal ve torakal bölgelerde bulunur. Servikal ösefagusta sert, yumru yabancı cisimlere bağlı oluşan tıkanıklıklar ile ilgili şişkinlikler direkt inspeksiyonla görülebilir ve palpasyonla belirlenebilirler. Torakal ösefagustaki tıkanıklıklar ise sadece endoskopi ya da direkt veya endirekt radyografilerle belirlenir.

Sol sulkus jugularis üzerinde içerisinden özellikle yem yeme ve su içme sırasında yutulan besinler ve içilen suyun bir kısmının geldiği, diğer zamanlarda ise salya ile karışık irinin sızdığı kronik yaralar ösefagus fistülüne yorumlanır. 

Boynun sağ ve sol sulkus jugularisleri içinde seyreden vena jugularisler; hatalı ya da aseptik olmayan enjeksiyonlara bağlı, yangı (phlebitis, periphlebitis, thrombophlebitis) ve fistül yönünden muayene edilmelidir. Vena jugularis üzerinde belirlenen kordon şeklindeki sert, ağrılı  flegmonlu bir şişkinlik phlebitise yorumlanır. Yangılanarak kordon şeklinde şişen vene jugularis üzerinde içerisinden hemopurulent bir akıntının gelmesi ise damar fistülüne yorumlanır.

Boynun ön dorsal kısmında bulunan ve regio atlantooccipitalis olarak isimlendirilen ense bölgesinin muayenesi, özellikle koşum takımlarının kullanıldığı atlarda önemlidir. Bu bölgede oluşan şişkinliklerin klinik açıdan önemi vardır. Şişkinlikler, bursa mucosae subligamentosae’nın her türlü yangıları sonucunda şekillenebilir. Ayrıca, bu bölgede bulunan ve boynun hareketlerinde önemli bir görevi olan ligamentum nuchae’nın lezyonları ile ilgili fistülüne rastlanabilir.

Boynun dorsal kısmında, ense bölgesinden cidago bölgesine kadar bulunan kılların (yelelerin), kıl köklerinin ve yağ bezlerinin yangıları ile ilgili akne (yağ bezlerinin yangısı), folliculitis (kıl folliküllerinin yangısı) ve çoğunlukla da yağ bezleri ve kıl folliküllerinin birlikte yangısı (frunkulosis) ile ilgili şişkinliklere rastlanabilir.  Kır donlu atlarda, yine bu bölgede fındıktan  ceviz büyüklüğüne kadar değişebilen melanom adı verilen tümörler görülebilir.

Büyük hayvanlarda Baş boyun muayenesi ile boyun kasları, intramuskuler enjeksiyonlar için uygundur. Hatalı,  aseptik olmayan ya da irritan özellikteki solüsyonların kasiçi enjeksiyonlarına bağlı enjeksiyon yerinde ve çevresinde lokal sıcaklık ve ağrı bulunan yangısel (flegmon, apse) şişkinlikler oluşabilir. Bazen apselerin açılması ile içinden irin gelen fistül(ler) şekillenebilir.

Köpeklerde, boyun kaslarındaki atrofi ile birlikte  çiğneme kaslarındaki atrofik durum myositis eosinophilica’yı hatırlatır ki, köpekte hastalıkla ilgili diğer  bulguların (göz ile ilgili akut dönemde exophthalmos, kronik dönemde ise enophthalmos gibi) da değerlendirilmesi gerekir.

Boyunda bulunan servikal vertebraların kırık, çıkık, konjenital ve edinsel malformasyonlar (servikal spondylitis, spondylosis, diskospondylitis, spondyloarthritis)  ve disk fıtıkları yönünden muayenesi özellikle küçük hayvanlarda önemlidir. Ayrıca bu lezyonlarla ilgili olarak nöral kanalda daralma (stenozis) oluşabilir. Bu lezyonların belirlenebilmesi için boyun bölgesinin lateral ve ventro-dorsal/ dorso-ventral direkt ve endirekt (servical myelography) radyografileri çekilmeli ve değerlendirilmelidir.

Bir köpekte kaudo servikal vertebral malformasyon-malartikülasyon vakasının radyolojik görünümü

Üç yaşına kadar olan taylarda ve iri yapılı büyük ırk köpeklerde yürüyüş sırasında, özellikle arka bacaklarda bir koordinasyon bozukluğu (ataksi), sallantılı yürüyüş ve adım boyunun uzaması (hipermetri), ön bacaklarda adım boyunun kısalması (hipometri) ile birlikte boynun bir yay gibi dorsal fleksiyon yaptığı gözlenirse bu durum taylarda Wobbler sendromu, “tay ataksisi”, köpeklerde ise servikal spondilopati ya da servikal vertebral malformasyon/malartikülasyon’a yorumlanır. Bu tipik klinik bulgular gösteren hayvanların özellikle koudoservikal vertebralarının malformasyonlar, dolayısı ile malartikülasyonlar yönünden değerlendirilmesi için lateral pozisyonda radyolojik değerlendirmeleri yapılmalıdır.

Baş boyun muayenesi boynun sağa ya da sola doğru bükülmesi tortikollis olarak isimlendirilir. Tortikollis boyun kasları ile ilgili ise myogen, boyun vertebraları ile ilgili ise osteogen, boyun vertebraları arasındaki eklemler ile ilgili ise arthrogen, sinirler ile ilgili ise neurogen ve bazı şirurjikal lezyonlar ile ilgili ise semptomatik tortikollis olarak isimlendirilir. Tortikollisin nedenini tam olarak belirlemek için boyundaki kasların,  servikal vertebralar ve eklemlerin, servikal spinal kord ve perifer spinal sinirlerin inspeksiyon, palpasyon, nörolojik ve radyolojik muayenelerinin yapılması gerekir.

Boynun ileriye doğru gergin bir şekilde uzatılması opistotonus olarak değerlendirilir ki bunun, hayvanlarda solunumun sıkıntısının olduğu durumlarda,  oesophagus’un yabancı cisimlerinde,  pharyngitislerde, hava keselerinin yangılarında (equidelerde) ve serebellum’un rostral bölümündeki lezyonlarla ilgili olduğu düşünülür.

Adresimiz: İstiklal Mah. Atatürk cad. No:144/A Odunpazarı/ESKİŞEHİR

7/24 İletişim Hattımız: +(90) 5442861971 

Konum

burun-muayene

Üst solunum yollarının girişini oluşturan burun muayenesi, solunum sıkıntısı gösteren hayvanlarda önemlidir. Burun muayenesi, burun delikleri ve çevresinin muayenesi, burun mukozasının muayenesi, burun boşluğunun ve septum nasinin muayenesi, meatus nasilerin endirekt muayenesi, buruna komşu anotomik yapı ve boşlukların muayenesi, burun akıntılarınır klinik ve laboratuvar muayeneleri ile os nasalelerin ve sinus boşluklarının radyografik muayenelini içerir.

Burun delikleri ve çevresinin muayenesinde, burun deliklerinde darlık veya deviasyon bulunup bulunmadığına bakılır. Burun delikleri çevresindeki deri ve burun mukozasındaki yangısal ya da yangısal olmayan şişkinlikler burun deliklerinin daralmasına ve deviasyonuna neden olurken, n. fascialis’in unilateral felcinde aynı taraftaki burun deliği, sağlam tarafa doğru deviasyon gösterir. Burun deliklerindeki darlık ya da deviasyon, hayvanda inspiratorik ve ekspiratorik solunum stenozuna (nasal dyspneu)  neden olur. Hayvanın solunum sesi değişir, ıslık, gürültü veya horultu sesi şeklinde duyulur.

Burun mukozasının direkt muayenesi en rahat atlarda yapılır. Bu hayvanların burun deliklerinin oldukca geniş ve esnek olması bu muayeneyi kolaylaştırır. Atlar ve diğer hayvanlarda burun mukozasının detaylı muayenesi endirekt inspeksiyon (rhinoscope)’la yapılır. Burun boşluğunun görülen kısımlarında normal mukoza pembemsi renktedir. Bu rengin dışındaki solgunluk ve kırmızılık (hiperemi) hastalık bulgusu olarak yorumlanır. Solgunluk hayvanın kansızlığına, kırmızılık ise burun mukozası yangısı (rhinitis)’na yorumlanır. Ayrıca burun mukozasında kanama odakları, ülseratif alanlar, nekroz odakları, proliferatif oluşumlar gözlenebilir.

Burun boşluğu ve septum nasinin muayenesi endirekt inspeksiyonla yapılır. Muayenede burun boşluğuna kaçan yabancı cisimler, parazitler, pıhtılaşmış kan kitleleri, tümöral oluşumların bulunup bulunmadığına bakılır. Ayrıca, septum nasinin bütünlüğüne ve üzerinde ülseratif odakların bulunup bulunmadığına dikkat edilir.

Burun Muayenesi

Burun Muayenesi

       Burun boşluğu concha nasalis aracılığı ile üç kanal (meatus)’a ayrılmıştır. Dorsalde bulunan kanal; meatus nasi dorsalis, kör bir kese şeklinde sonlanır. Ortadaki kanal; meatus nasi intermedius, farenks’e açılır ve oldukca dardır. Ventralde yer alan kanal; meatus nasi ventralis,  ise oldukca geniştir ve farenkse açılır ki, nasogastrik sonda uygulamaları için en uygun kanaldır. Bu kanalın normal olup olmadığı, anomal bir tıkanıklık ya da darlığın bulunup bulunmadığı sonda uygulayarak ya da laterolateral pozisyonda radyografi çekilerek kontrol edilir. Burun kemiklerindeki kırıkların iyileşmesi sırasında ki taşkın kallus oluşumları, concha kırıkları, deviasyonları ve tümörleri meatus nasi ventraliste darlığa ya da tıkanıklığa neden olurlar.

Burun boşluğu (nasal cavity)’na bir delik ya da yarık aracılığı ile açılan anatomik boşlukların, özellikle sinus boşluklarının, muayeneside önemlidir. Çünkü, bu boşluklarla ilgili fizyolojik ve patolojik akıntıların drenajı burun deliği ile olmaktadır. Kemik bir duvarla çevrili olan sinus boşluklarının muayenesi perküsyonla ve en emin olarakta radyolojik muayenelerle yapılır. Ayrıca burun akıntısının görünümü, kokusu ve laboratuvar değerlendirmeleri sinus hastalıkları hakkında önemli ip uçları verebilir. Sığırlarda, burun boşluğu ile ilişkisi bulunan frontal sinus boşluğu aynı zamanda boynuz boşluğu ile de ilişkilidir. Dolayısı ile boynuz kırıkları ile ilgili kanamalar ve gelişen sinüzitis frontalisle ilgili yangısel akıntılar burun boşluğundan dışarı drene olur.  Maksillar premolar ve molar diş köklerinin içinde bulunduğu alveolar kemikler,  maksillar sinus boşluğunda bulunurlar. Dolayısı ile bu diş kökleri ve alveolar kemikteki osteomyelitis ve osteolysis sonucu oluşan akıntılar maksillar sinus boşluğuna, oradanda burun boşluğuna geçerek dışarıya drene olurlar.

Burun muayenesinin en önemli aşamasını, burun akıntılarının değerlendirilmesi oluşturur. Çok iyi vaskülarize olan burun mukozası nemlidir. Normalde bir akıntı yoktur. Bir ya da her iki burun deliğinden az ya da çok, sürekli ya da kesik kesik, seröz, serö-müköz, müköz, purulent,  muko-purulent, hemo-purulent ya da kanlı burun akıntısının geldiği görülebilir. Burundan gelen akıntılar burun boşluğu mukozasından, farenksten, sinuslardan, trachea ve alt solunum yollarından, ağız, oesophagus ve mideden kaynaklanabilir.

Burun deliklerinden birinden ya da her ikisinden kan gelmesine Burun Muayenesi burun kanaması (epistaksis, rhinorragia) adı verilir. Buruna isabet eden lokal travmalar, nasogastrik sonda uygulaması, yabancı cisimler, burun ve sinus kemiklerinin kırıkları, boynuz kırıkları, burun tümörleri, burun boşluğundaki parazitler burun kanamalarının önemli nedenleridir.

Burun Muayenesi burun deliklerinden müköz ya da muko-purulent akıntı gelmesi bakteriyel ve paraziter (koyunlarda oestrus ovis, köpeklerde linguatula rhinaria invazyonları) enfeksiyonlara, seröz burun akıntısı viral enfeksiyonlara yorumlanır. Şayet viral enfeksiyonlar bakteriyel enfeksiyonlarla kontamine olmuş ise burun akıntısı purulent ya da muko-purulent özellik kazanır. Muko-purulent burun akıntısı equideler ve sığırlarda sinüzitisler, equidelerde ise hava keselerinin yangısında daha çok gözlenir. Hava keselerinin yangılarında ki burun akıntısı çoğunlukla köpüklü bir özelliktedir. Tek taraflı burun akıntısı unilateral, iki taraflı burun akıntısı ise bilateral sinus ya da hava keselerinin yangılarını gösterir. Bu iki hastalıkta, başın aşağı eğilmesi ile burun akıntısında artış gözlenir. Equidelerdeki hava keselerinin yangılarında sinus hastalıklarından farklı olarak, gıda artıklarının burundan gelmesi (regurgitasyon) gözlenir.

Ayrıca, ağıza alınan gıdaların ya da sıvıların bir kısmının burun deliklerinden geldiği gözlenir. Regurgitasyon olarak isimlendirilen bu durum,  equidelerde ve köpeklerde farengitis ve n. glossopharingeus’un felcinde, equidelerde hava keselerinin yangısında ve yeni doğan yavrulardaki palatochysis durumlarında gözlenir.

Adresimiz: İstiklal Mah. Atatürk cad. No:144/A Odunpazarı/ESKİŞEHİR

7/24 İletişim Hattımız: +(90) 5442861971 

Konum

burun-muayene

Ağzın Açılması

Sindirimin ilk başladığı yer olan ağız ve içindeki anotomik yapıların cerrahi hastalıklar açısından muayenesi önemlidir. Ağız boşluğunun muayenesi için ağzın açılması gerekir. Ağız, hayvan türlerinda farklı şekillerde açılır. Ağız açılmadan önce hayvanın mizacı hakkında hayvan sahibinden bilgi alınmalı ve hayvana daha sonra yaklaşılmalıdır. Hayvanın mizacı kötü ise hayvanın zaptı-raptı iyi yapılmalı ya da uygun bir sedasyon uygulanmalıdır. At ve sığır gibi hayvanlar varsa travay içine alınmalı, yoksa açık bir alanda gerekli tutma ve bağlama yapıldıktan sonra ağızları açılmalıdır. Buzağı, dana, koyun, keçi gibi küçük yapılı hayvanların ağızları kolaylıkla açılabilir. Köpek ve kedi gibi hayvanların mizaçları iyi öğrenilmeli, gerekir ise bu hayvanlarada uygun bir sedasyon uygulanmalıdır. Ağzın açılması ve ağız içinin muayenesi sırasında hekimin eldivenli ve maskeli olması gerekir.

Bir atın ağzının açılması sırasında veteriner hekim atın önünde durur. Bir eli ile atın yular ya da başlık ipinden tutarken diğer elini yandan; commissura labiorum’dan, ağız içine sokar ve dili tutar. Ağız içinde eli ile tuttuğu dili dikey pozisyona getirirken aynı elin baş parmağını açar ve damağa dayar. Bu durumda hayvan ağzını kapatamaz. Daha sonra yuları tutan eli ile alt çeneyi diğer taraftan tutar ve ağız açılarak muayene edilebilir.

Atlarda ağzın elle açılması dışında padan adı verilen metal aletlerle de ağız açılabilir. Bu amaçla atlar için iki çeşit padan yapılmıştır. Bunlardan biri çenenin bir yarımındaki alt (mandibular) ve üst (maksillar) premolar ve molar dişler arasına uygulanan Bayer padanı, diğeri ise maksillar ve mandibular incisiv dişler arasına uygulanan Günther padanıdır. Bunlardan en fazla ve en kolay kullanılanı Bayer padanıdır. Bayer padanı sığırlarda da kullanılabilir.

Bayer padanı,  sağ ya da sol taraftan kullanılabilir. Ağız boşluğunun muayenesi padanın uygulanacağı tarafın karşısından ağız yukarda ifade edildiği gibi açıldıktan sonra dili tutmayan el ile tutulan padan, maksillar ve mandibular premolar ve molar diş kemerleri arasına uygulanır. Padan kesinlikle bırakılmaz. Dil serbest bırakılır. Dişler arasına uygulanan padan ağzın kapanmasını engeller. Ağız içi kolaylıkla muayene edilebilir.

Köpek ve kedilerde ağzın açılması alt ve üst çenelerin elle tutularak yukarı ve aşağı yönlerde çekilmeleri ile gerçekleştirilir. Ayrıca uygun uzunlukta iki ayrı yumuşak ip ya da sargı bezi parçaları alınır. İpler ortalarından ilmek yapılır. İplerden biri üst, diğeri alt çenede köpek dişleri arkasından geçirilerek ilmekleri hafifce sıkılır ve aksi yönlerde gerdirilir ve ağzın açılması sağlanır. Köpeklerde ayrıca ağız padanı adını verdiğimiz yaylı padan ile ağız açılır. Yaylı padan ilgili tarafta üst ve alt köpek dişlerine yayı sıkılarak uygulanır ve bırakılır. Yay açılırken ağzın açılmasını sağlar. Aynı amaçla kedi ve köpeklerde ağız yapısına uygun ahşap ya da plastik makaralardan da yararlanılır.

Ağız Boşluğunun Muayenesi
Ağız Boşluğunun Muayenesi

Ağız uygun bir şekilde açıldıktan sonra gerekirse ağız boşluğu aydınlatılabilir. Dil ya bir dil pensi ile ya da kaymaması için bir gazlı bezle tutulur. Ayrıca ağız boşluğu içinde yanaklar ve dil üzerine bastırarak detaylı muayene yapmak için spatül adı verilen aletlerden yaralanılır.

Ağız boşluğu ve içindeki anotomik yapıların inspeksiyonu, palpasyonu ve gerekir ise radyografik muayeneleri yapılır. Ağız boşluğu içindeki yapıların hastalıklarının büyük bir kısmı inspeksiyonla görülebilir. Palpasyon ve radyografik muayenelere daha çok diş ve çene kemiklerinin hastalıklarında baş vurulur.

Ağızın Koku Yönünden Muayenesi (Halitosis)

Ağız boşluğu açıldıktan sonra öncelikli olarak ağız kokusunun bulunup bulunmadığına dikkat edilir. Tükrük salgısı ile ilgili salya bezleri ve akıtıcı kanalları, ağız mukozası,  dil, diş ve diş etleri, damak, farenks, larenks ve tonsillalar muayene edilir. Ayrıca ağız boşluğu, yabancı cisimler ve tümöral oluşumlar yönünden de muayene edilmelidir.

Ağız kokusu (halitosis), ağız boşluğundaki yapıların hastalıklarında hissedilen, koklanan kötü, nahoş bir kokudur. Ağız boşluğunun muayenesinde ilk hissedilen, çoğunluklada hasta sahiplerince şikayet edilen bir klinik bulgudur. Nahoş koku ağızdaki lokal hastalıklara bağlı olarak meydana gelir. Çoğunluklada periodontal hastalıklarda bakterilerin aktivitesine bağlı sülfür bileşiklerinin bırakılması ile ilgilidir. Halitosis ayrıca üremi, solunum ya da sindirim sistemi hastalıkları ya da diyete bağlı olarakta oluşur. Ağız boşluğunda ki dokuların akut nekrosisleri (şiddetli ülseratif stomatitis ya da gingivitis gibi) ya da hızla gelişen malignant tümörleri halitosis’in diğer nedenlerini oluşturur.

Salya ve Salya Bezlerinin Mayenesi

Ağıza alınan gıdaların ilk sindiriminde etkili olan tükrük salgısı bilateral dört ya da beş büyük bezden (parotis, mandibular, sublingual, zygomatic ve molar) salgılanır. Parotis ve mandibular bezler kolaylıkla palpe edilebilen en büyük tükrük bezleri olup, ramus mandibulaların arka tarafında bulunurlar. Salya bezleri ve akıtıcı kanallarının fonksiyonel olup olmadığını belirlemek için dil üzerine lokal olarak oftalmik atropin sülfate solüsyonundan bir damla damlatılarak test yapılır. Bu test sonucunda normal kedi ve köpeklerde salya miktarında bir artış olur. Şayet salya miktarında değişiklik olmuyor ise salya bez(ler)i ve/veya akıtıcı kanal(lar)ında bir problemin olduğu düşünülebilir.

Tükrük salgısının aşırı sekresyonu (hypersialosis), ağrılı oral ya da farengeal lezyonlarda, diş hastalıkları ya da salya bezleri ile ilgili bozukluklarda oluşur.

Salya bezlerinin direkt radyografik muayenesine salya taşları (sialoliths) dışında nadir olarak başvurulur. Salya bezlerinin kontrastlı radyografisi (sialography) ise daha çok tercih edilir. Glandula ve duktus parotidea’nın sialografisine daha çok başvurulur. Sialography, intravenöz ürografi için kullanılan ve suda eriyebilen bir radyopakt maddenin, 1ml/10 kg dozunda, üst PM4 ve M1 (köpek) seviyesinde yanak mukozası üzerinde bulunan papilla parotidea’ya uygulanan uygun bir sonda ile verilerek gerçekleştirilir.

Salya bezlerinin bulunduğu regiolarda lokal yangı semptomları göstermeyen, yumuşak, hamur kıvamında, zamanla gelişen yaygın şişkinlikler salya retensiyonuna yani salya kistine yorumlanır. İntermandibular ya da kranial servikal bölgede salyanın derialtı dokular arasına yayılması ile oluşan kistlere servikal mukosel, ağız boşluğunun tabanında sublingual bölgede unilateral ya da bilateral olarak içi salya dolu keseciklere ise ranula adı verilir. Salya kistlerine genel olarak salivary mucocele ya da sialocele adı verilir. Şüpheli durumlarda çene altında ve boynun ön tarafında belirlenen ya da dil altında görülen şişkinliklere aseptik punksiyon yapılabilir. Mukus şeklinde tükrüğün aspire edilmesi salya kistini doğrular. Salya kistleri, tükrük bezlerinin akıtıcı kanallarının özellikle salya taşları (calculi salivalis, sialolit) ile tıkanıklıklarına veya çevre dokuların yangısal şişkinliklerinin basıncına bağlı olarak gelişir.

Salya bezlerinin bulunduğu regiolarda belirlenen şişkinlik, lokal ısı artışı ve ağrı ile birlikte tükrük salgısının artması salya bez(ler)inin yangısı (sialoadenitis)’na yorumlanır.

Salya bezlerinin akıtıcı kanallarında; özellikle de ductus parotidea’da, tespih tanesi gibi şişkinlik(ler) gösteren, palpasyon ile belirlenebilen ve direkt radyografide radyopakt görüntü veren oluşumlar salya taşları (sialoliths)’nı tanımlar.

Çoğunlukla regio parotidea’da ya da insisura vasorum bölgesinde içinden salya akıntısı gelen fistül oluşumlarına ise salya fistülü adı verilir.

Ağız Mukozasının Muayenesi

Ağız mukozası membranı gingivalar, dudaklar va yanakların iç tarafından ibarettir. Ağız mukozasının rengi ve kuruluğu, hem ağız hastalıklarının hem de genel dehidrasyon ve kansızlığın değerlendirilmesi açısından önemlidir. Ağız mukozası normalde açık kırmızı renkte, hafif nemli ve parlaktır. Ağız mukozasındaki genel ya da lokal kızarıklık yangı belirtisi, solgunluk ise kansızlık ya da dolaşım yetmezliği bulgusu olarak değerlendirilir. Kuruluk ise dehidrasyonun klinik bulgusu olarak yorumlanır. Ağız mukozasının yangısına genel olarak stomatitis adı verilir. Stomatitis genellikle mekanik, fiziksel, kimyasal, bakteriyel, viral ve mikotik nedenlere bağlı olarak oluşur. Stomatitis ağız boşluğundaki diğer yapıların hastalıkları; gingivitis (diş etlerinin yangısı), glossitis(dilin yangısı), palatitis (damağın yangısı) ve cheilitis (dudağın yangısı) ile birlikte bulunabilir.

Dilin Muayenesi

Dil, konjenital anomaliler, rengi, büyüklüğü, kıvamı, bütünlüğünün bozulup bozulmadığı, hareketleri ve duyarlılığı yönünden muayene edilmelidir. Dilin normalden küçük olması (microglossia), normalden büyük olması (macroglossia), ağız tabanı ile dilin ventral yüzeyi arasında total birleşme (ankyloglossia) dilin görülebilen konjenital anomalileridir Dilin yangısına glossitis adı verilir. Sığırlarda dilin hacminin artması ve kıvamının sertleşmesi çoğunlukla dil aktinobasillozisi (“wooden tongue”, odun dil)’ne yorumlanır. Ayrıca dil üzerinde yüzeysel ya da derin, uzunluğuna ya da enine yaralanmalar, hatta ülser(ler) bulunabilir. Dilde siyanotik renk, kuruluk, sertleşme ve duyarlılık kaybı gangrene yorumlanır.

Dilin ağız boşluğundaki pozisyonuna,  hareketi ve el ile hafifce çekildiğinde geri çekme direncinin olup olmadığına ve her iki tarafa doğru yalama hareketinin bulunup bulunmadığına dikkat edilir. Dilin normalde ağız boşluğunun ortasında olması, her iki tarafa doğru yalama yapabilmesi, hafifce çekmeye karşı direnç göstermesi ve normal büyüklükte bulunması n. hypoglossus (CNXII)’un fonksiyonel olduğuna yorumlanır. Şayet dil ağızdan dışarı asimetrik olarak sarkmış, hareket ve duyarlılığını kaybetmiş, atrofiye olmuş, her iki tarafa doğru yalama yapamıyor ve çekmeye karşı direnç gösteremiyor ise bu durum dil felci (n. hypoglossus’un paralysis)’ne yorumlanır. Dil felci unilateral ya da bilateral olarak şekillenebilir. Dilin hareket yeteneğinin azalması ya da kaybolmasına karşılık duyarlılığının artması ise dil kemiği (os hyoideus) kırığına yorumlanabilir.

Diş ve Diş Etlerinin Muayenesi

Diş ve diş etlerinin muayenesi ağız muayenesinin en önemli bölümünü oluşturur. Dişler, vücudun en sert yapılarıdır. Süt dişler (dentes decidui)  ve kalıcı dişler (dentes permanent) sayı, renk, bütünlük, büyüklük, hareket, ağrı yönünden inspeksiyon, palpasyon ve radyografik olarak muayene edilmelidir.

 Her bir dişin çıkma zamanının ve dişlerin kök sayılarının bilinmesi diş hastalıklarının daha iyi bilinmesi ve yorumlanması açısından önemlidir. Kalıcı dişlerin sayısı hayvan türlerine göre; at (40), sığır (32), köpek (42), kedi (30), farklı olup hayvanın yaş tayininde de önemlidir. Diş sayısındaki azalma oligodonti, artma ise polyodonti olarak isimlendirilir. Dişler yaşa bağlı olarak aşınabilirler. Travmatik nedenlere ya da şiddetli periodontal enfeksiyonlara bağlı olarak bulundukları çene kemiği alveolünden düşebilirler.

Oklüzyon (occlusion), alt ve üst çenenin normal kapanmasıdır. Mesocephalic köpek ırklarında normal bir oklüzyonda alt ve üst çenenin tam olarak karşı karşıya gelmesi gerekir. Üst insisiv dişlerin alt insisiv dişlerin önünde olması, üst  ve alt çene P2 dişlerinin öğütücü yüzlerinin aynı düzlemde olması, alt çenedeki köpek dişlerinin normal kapanmada üst çene köpek dişleri ve 3. insisiv dişler arasına oturması, premolar dişlerin kronları hem üst çene hem de alt çenede iki premolar diş arasındaki boşluğa oturması gerekir. Bu özellikler, Brachiocephalic ırklarda farklılık gösterir. Bu ırklarda normal oklüzyonda üst çene insisiv dişler, alt çene insisiv dişlerin arkasına gelir.

Maloklüzyon (malocclusion) ise, alt ve üst çenenin normal kapanmaması, anormal kapanmasıdır. Konjenital veya edinsel olabilir. Üst çenenin, alt çeneden uzun (brachygnathia; sazan balığı ağzı) ya da alt çenenin üst çeneden uzun (prognathism; turna balığı ağzı) olması maloklüzyonun en önemli konjenital nedenleridir. Prognathism, brachiocephalic ırklarda normal, mesocephalic ırklarda anormal kalıtsal oluşum olarak kabul edilir.

Brachygnathism veya prognathism anomalilerinin sonunda gelişen çarpık ağız anomalisi, üst ve alt çene insisiv dişlerin tam öğütücü yüzlerinin üst üste oturması ile oluşan düz oklüzyon, dişlerin sayısının normalden fazla olması, dişlerden bazısının ya da hepsinin olmaması (anodontia)  ve dişlerin sayısının normalden az olması çenelerin normal oklüzyonunu engellerler.

Yarık diş veya ikiz diş oluşumu;  diş, ya yarılmış olarak ya da dişin ortasının erimesi sonucu bir diş kökünden iki ayrı kuron oluşması, maloklüzyonun diğer nedenlerindendir.

Enamel hypoplasia (Mina hypoplazisi) (normalde köpekler mina çıkıntılı dişlere sahiptirler), normal oklüzyona engel olurken, aynı zamanda dişlerin zayıflamasına, çürümesine ve kırılmasına predispozisyon oluşturur. Atlar, normalde mina invaginasyonlu diş yapısına sahip olduklarından bunlarda maloklüzyona neden olmazlar.

Zamanında düşmeyen süt dişleri, kalıcı dişlerin çıkma zamanı ve çıkma yönünü değiştirerek normal oklüzyona engel olurlar.

Diş eti, ağız mukozasının bir bölümünü oluşturur. Diş etleri normalde dişleri kollum dentis seviyesinden sararlar. Sağlıklı dişeti, açık kırmızı renkte olup, bir periodontal prop ya da sonda ile endirekt olarak palpe edildiğinde kanamazlar. Diş etinin koyu kırmızı, şişkin ve ödemli olması yangılı; gingivitis, olduğununa yorumlanır. Diş etinin diş, diş eti sınırını aşacak şekilde, bazen dişin kuron kısmını saracak şekilde büyümesi gingival hyperplasia’yi tanımlar. Gingival hiperplasia dişetinin akut yangılarında ve plak içeren şiddetli periodontal enfeksiyonlarda daha çok görünür. Diş etinin kollum dentis açığa çıkacak şekilde geri çekilmesi gingival hypoplasia olarak tanımlanır ki, kronik periodontal yangılarında daha çok görülür.

Dişlerdeki renk değişiklikleri inspeksiyonla kolaylıkla görülebilir. İlk sütdişleri beyaz, kalıcı dişler ise kirli beyaz renkte görünürler. Şayet süt dişleri ve kalıcı dişler kahverengi-sarı-portakal renkte görünürlerse gebelik döneminde ya da doğumdan sonra 5. aya kadar ki dönemde tetrasiklin grubu antibiyotik uygulandığına yorumlanır. Tetrasiklin, kemik dokuya; sütdişlerine, geçer  odontoblast ve ameloblast hücrelerini etkiler. Şayet tek bir dişte kırmızımsı-mor (erguvan kırmızısı) ile gri-siyah gibi anormal renk değişikliği görülürse bu çoğunlukla pulpa dentis (cavum dentis içindeki dokular)’in yangısı (pulpitis, endodontitis)’na yorumlanır.

Bir ya da birden fazla dişte kahverengi, koyu kahverengi ya da siyah renk oluşumları diş çürüğü (dental caries)’nü gösterir. Diş çürüğü, diş üzerinde ya da gingival sulkusta biriken ve dental plak adı verilen gıda artıkları (özelliklede karbonhidratların) ve tartr’ların bakteriyel fermentasyonu sonucu oluşan asit ürünlerinin dişin inorganik bölümünün demineralizasyonuna ve organik bölümünün destruksiyonuna neden olması ile oluşur. Diş çürükleri, hayvan türleri arasında en fazla atlarda, en az da köpeklerde gözlenir.

Dental plak (plaque), diş ile diş eti arasında bulunan periodontal cep (gingival oluk, gingival sulkus)’te biriken gıda artıklarına verilen isimdir. Aslında dental plak epitel hücreler, lökositler, makrofajlar, lipidler, karbonhidratlar, inorganik maddeler ve su ile karışık salya glikoproteinleri ve ekstrasellüler polisakkaridlerin oluşturduğu bir martiks ve içindeki bakterilerden ibarettir. Diş etinin serbest kenarının üzerinde oluşan plaklara supragingival plaque, diş etinin serbest kenarının altında diş köküne doğru bulunan plaklara ise subgingival plaque adı verilir. Periodontal cebin normal derinliği 1-2 mm kadardır. Bu cebin derinliğinin artması, gıda artıklarının daha fazla birikmesine, bakterilerin üremesi için uygun ortam oluşumuna, zamanla burada biriken gıda artıklarının mineralize olarak sert bir yapıya (tartr, calculi dentalis, diş taşı) dönüşmesine ortam oluşturur. Dental plak ve tartr özellikle yumuşak ve hazır gıdalarla beslenen köpeklerde daha fazla oranda oluştuğundan, ağız kokusu ile kliniğe getirilen köpeklerin bu yönden muayene edilmeleri ihmal edilmemelidir.

Diş üzerinde gri-kahve renginde değişik hacimde görülen oluşumlar diş taşları (tartr, calculi dentalis)’nı tanımlar.  Diş taşları supragingival ya da subgingival plakların mineralize olmaları ile supragingival calculus ya da subgingival calculus şeklinde oluşur. Köpeklerde supragingival calculus özellikle üst çene dördüncü premolar (PM4) ve birinci molar (M1) dişlerin fasies bukkalis yüzlerinde daha fazla bulunur. Bu bölge, ductus parotidicus’un ağıza açıldığı yerin bitişiğindedir. Ağız Boşluğunun Muayenesi Diş ile dişeti arasında, dişle bütünleşmiş hatta dişi tamamen sarmış, kirli sarı, kahverengi, hatta siyah renkte kitleler olarak görünürler. Diş taşları periodontal hastalıkların en önemli nedenlerindendir.

Dişin parsiyal ya da total anatomik bütünlüğünün bozulması diş kırığına yorumlanır. Kırık, dişte sınırlı kalabildiği gibi alveoler kemiğide içerebilir. Alveoler kemiği içermeyen diş kırıkları, kuron kırığı, kök kırığı veya kuron ve kök kırığı şeklinde olabilir. Kuron kırıkları inspeksiyonla direkt görülebilirken kök kırıkları ise radyografik muayenelerle belirlenebilir.

Sağlam ve sağlıklı dişlerin palpasyonunda ya da perküsyonunda duyarlılık belirlenemez. Sıcak ya da soğuk içecek ya da yiyeceklerin alınımı sırasında aşırı hassasiyeti bulunan hayvanların ağız muayenesinde dişte kırmızımsı-mor (erguvan kırmızısı) ile gri-siyah gibi anormal renk değişikliğinin görülmesi ve dişin palpasyonu ya da perküsyonunda aşırı duyarlılığın belirlenmesi pulpa dentis’in yangısı (pulpitis, endodontitis)’na yorumlanır. Diş çürükleri, diş kırıkları, şiddetli periodontitis ve hematojen enfeksiyonlar pulpitis’in en önemli nedenlerini oluşturur. Ağız Boşluğunun Muayenesi Pulpa dokusunun nekroze olduğu durumlarda dişte duyarlılık, ağrı oluşmaz. Pulpa boşluğundaki yangısel durum, özelliklede dentin tabakasında ki erime (lysis) radyografik olarak belirlenebilir.

Çiğneme problemi ve çoğunluklada fasial şişkinlik, bazen de fistül oluşumu periapikal apse’yi akla getirir. Diş apsesi çoğunlukla periodontal enfeksiyonların bir komplikasyonu olarak oluşur. Şiddetli periodontal enfeksiyonlara bağlı olarak derinleşen periodontal çepte biriken gıda artıkları, bakteriler ve debrislerin oluşturduğu irin kolleksiyonu, periodontal ligamentlerin de fonksiyonunu kaybetmesine bağlı olarak diş köküne kadar yayılır ve burada birikerek apse (periapical abscess, apical periodontitis) oluşumuna neden olur. Gözün medial kantusunun alt bölge (suborbital)’ sinde görülen fasial şişkinlik ya da içinden irinin drene olduğu fistül oluşumu maksillar PM4 (karnasial diş) diş kökünde periapikal apse oluşumuna yorumlanır ki, bu karnasial apse olarakta isimlendirilir.

 Yüzde oluşturduğu şişkinlik ile şüphelenilen diş apsesinin doğrulanması için periodontal bir prob ile periodontal cebin muayenesi sırasında irinin boşalması diş apsesini doğrular. Ayrıca diş kökünün radyografik muayenesinde, irin kolleksiyonunun varlığı, diş kökünün alveoler kemikten ayrılması, pulpa kavitesinin genişlemesi ve bazı kronik vakalarda ise alveolar kemikte osteolysis (erime)’in görülmesi ve alveoler kemik desteğinin kaybolması periapikal apseyi doğrular.

Üst ve alt çenede görülen fistül vakalarında çoğunlukla diş fistülleri akla gelmelidir. Diş kökünde gelişen apsenin, alveolar kemikteki osteolysisini takiben dış ortama açılmasına diş fistülü adı verilir. Ağız Boşluğunun Muayenesi Mandibular diş apseleri direkt dış ortama ya da ağız boşluğuna açılırlarken,  maksillar diş apseleri maksillar sinus boşluğuna (oroantral fistül) ya da burun boşluğuna (oronasal fistül) açılırlar. Oronasal fistül çoğunlukla kanin diş kaybı ya da ekstraksiyonundan sonra oluşur.

Ağız boşluğu oral neoplazmalar yönünden de muayene edilmelidir.  Ağız boşluğundaki tümörler kolaylıkla görülebilir. Tümörlerin benign ya da malign olup olmadıklarını belirlemek için tümörlerden doku örnekleri alınarak histopatolojik muayenelerinin yaptırılması gerekir. Oral papillomatosis ve epulis en fazla görülen benign tümörlerdir. Oral papillomatosis ağız mukozası epiteliumundan orjin alırlar ve çok sayıda ve yaygın (multiple) kitleler halinde dudakta, yanakta, dil altında ve diş etlerinde görülürler. Fakültemiz cerrahi kliniklerine oral tümör şikayeti ile getirilen, klinik ve histopatolojik değerlendirmeler sonucu oral papillomatosis teşhisi konulan 15 köpekte 7.5 mg/kg oral tek doz levamizol ile tedavileri başarı ile yapılmıştır. Yine fakültemiz kliniklerinde yapılan farklı bir çalışmada oral papillomatosisli 17 kuzuda 5 mg/kg dozunda 5 gün süreyle siklosporin oral olarak uygulanmış ve olumlu sonuçlar elde edilmiştir. Epulis ise diş etinden orjin alan benign karakterde tümör ya da tümör benzeri (gingival hyperplasia) oluşumlar olup çoğunlukla tek kitle (soliter) halde sadece diş etinde görülürler.

Ağız açıldıktan sonra dil, bir pensle ya da bir gazlı bezle tutulur öne doğru çekilir, kaidesine bir spatülle bastırılır ve aydınlatılır (laryngescope ile) ise dilin geri kısmındaki larenks, farenks, tonsillalar ve ses telleri ve mukozalarının muayeneleri rahatlıkla yapılabilir.  Mukozalardaki kırmızılık ve şişkinlik yangısel bir duruma; laryngitis, pharyngitis veya tonsillitise yorumlanır.

Ağız boşluğu, ayrıca yabancı cisimler yönünden de muayene edilmelidir. Ağız Boşluğunun Muayenesi Özellikle kedi ve köpekler ağızlarına her türlü yabancı cismi alırlar. Ağız Boşluğunun Muayenesi Kemik parçaları, tel parçaları, balık oltaları, dikiş iğneleri, odun parçaları bu yabancı cisimlerden bazılarıdır. Bunlar, diş dişeti arasına, dişler arasına batmış ya da sıkışmış olarak görülebilirler.

Doğumdan sonra neonatal hayvanların emdikleri ya da içtikleri sütün bir kısmının burunlarından gelmesi (nasal regurgitation) damak yarığı (palatoschisis, cleft palate) bulunduğuna yorumlanır ki, bu yönden damağın muayenesinin yapılması gerekir. Ağız Boşluğunun Muayenesi Damak yarığı, yumuşak ya da sert damakta parsiyal ya da total olarak oluşan konjenital fissur olgusu olup ağız açıldıktan sonra direkt olarak görülebilir.

Diş hastalıklarının tanısı için yapılan ağız muayenesi sadece dişin görünen kısmı olan kuron (corona dentis) hakkında fikir verir. Dişin, dişeti tarafından sarılı kısmı (collum dentis ) ile alveolar kemiğe gömülü olan kök kısmı (radix dentis) ve çevresindeki diğer yapılar hakkında bilgi sahibi olunabilmesi için radyografik muayene gereklidir.

Oral radyografide diş(ler)in ideal görüntüsü, dişin uzunluğunun röntgen filmi ile paralel olması ve röntgen ışınının diş ve filme dik olarak gönderilmesi ile elde edilir.

Oral Radyografik Muayene

Oral radyografik muayene diş ve çene kemiklerinin daha iyi tanınması, diş(ler)in anotomik bütünlüğündeki değişiklikler (diş kırıkları, karies)’in belirlenmesi ve değerlendirilmesi, diş köklerinin sayılarının bilinmesi, diş kökünün içinde bulunduğu alveolar kemikteki değişiklikler (alveolar periostitis, osteomyelitis, osteolysis)’in belirlenmesi, diş boynu ve kökü  ile alveolar kemik arasındaki patolojik oluşumlar (tartr, periapikal apse)’ın belirlenmesi ve yorumlanması, diş çekimleri ve endodontik tedavi sırasında hekime yardımcı olması bakımından önemli bir muayenedir. Ağız Boşluğunun Muayenesi Diş ve periodontal yapıların normal radyografisinde diş kökü ve apeksi, mina (enamel), dentin, birden fazla diş kökü olan dişlerde diş köklerinin bifurkasyon alanları, alveolar kemiğin korteksi (lamina dura), dişin pulpa boşluğu, diş kökü kanalı, periodontal ligamentler ile mandibula ya da maksillanın korteksleri dikkatli bir şekilde değerlendirilmelidir.

Adresimiz: İstiklal Mah. Atatürk cad. No:144/A Odunpazarı/ESKİŞEHİR

7/24 İletişim Hattımız: +(90) 5442861971 

Konum

kulak-muayenesi

Hem işitme hem de denge organı olan kulağın hastalıkları evcil hayvanlarda, özelliklede kedi ve köpeklerde, önemli bir yer tutar. Kulak muayenesi At, sığır, koyun ve keçi gibi diğer evcil hayvanlarda ise kulak hastalıklarına oldukca az rastlanmasından dolayı bu türlerde fazla bir klinik önemi yoktur.

Veteriner hekimlikte kedi ve köpeklerin rutin genel muayeneleri sırasında kulak muayenesinin de mutlaka yapılması gerekir. Kulak; kulak kepçesi (auricula), dış kulak yolu (meatus acusticus externus), kulak zarı (membranea tympanie, myringo), orta kulak (tympanic cavity), iç kulak ve orta kulak ile farenks ilişkisini sağlayan tube pharyngotympanica (audıtory tube, eustachian tube)’ dan oluşur.

Kulak kepçesi, köpek ırklarına göre büyüklüğü, dikliği, eğikliği, uzunluğu ve kıl örtüsü bakımından farklılık gösterir. Kulak kepçesi ve dış kulak yolu kıl örtüsü, hayvanın bedenindeki kıl örtüsü ile paralellik gösterir. Bedeni uzun ve bol kıllı köpeklerin kulak kepçesi ve dış kulak yoluda bol kıllı, bedeni kısa kıllı olan köpeklerin kulak kepçesi ve dış kulak yoluda kısa kıllıdır. Uzun ve yatık kulaklı, dış kulak yolu uzun kıllı köpek ırkları, diğer köpek ırklarına göre kulak hastalıklarına karşı daha fazla predispozedirler.

Kulak muayenesi çok dikkatli ve doğru bir anamnezi, kulak kepçesinin ve kulak yolundan gelen akıntılar ile hastadaki davranış değişikliklerinin dikkatli bir şekilde inspeksiyonunu, iyi temizlenmiş ve çok iyi aydınlatılmış dış kulak yolunun membrana tympaniye kadar endirekt inspeksiyonu (otoskopik, vidio otoskopik muayeneler)nu, kulak yolundan gelen akıntıların parazitolojik, mikrobiyolojik ve sitolojik laboratuvar muayeneleri  ile değişik pozisyonlarda alınan radyografik muayenelerini içerir.

Dış kulak yolundan fazla miktarda ve kokulu bir akıntının gelmesi, hayvanın sık sık kulağını kaşımak istemesi, başını ve kulağını ara sıra sallaması, hasta kulak tarafındaki arka ayağı ile kulağını kaşıması, kulağına dokundurmak istememesi, başını hasta kulak tarafına doğru eğmesi, bazen başını eğdiği  tarafa doğru dönme hareketleri yapması ya da hayvanın işitmemesi gibi anamnez bilgileri hayvanda bir kulak hastalığı olduğunu gösteren bulgular olarak yorumlanmalıdır. Hasta sahibi tarafından bildirilen bu şikayetlerin bazıları, muayene yapan klinisyen tarafından da gözlenebilir.

Kulak Kepçesinin Muayenesi

Kulak kepçeleri pozisyonları, dermatalojik problemlerı, yaraları, apse, ülser, yırtık, hematom, tümör, yanık ve donma yönünden dikkatli bir şekilde muayene edilmelidir. Bazı uzun kulaklı ve uzun tüylü köpeklerin kulak kepçeleri üzerinde derinin muayenesini engelleyen keçeleşmiş, sertleşmiş tüylerin dikkatli bir şekilde uzaklaştırılması yapıldıktan sonra dermetolojik muayeneleri yapılmalıdır. Ayrıca kulak kepçesinde, özelliklede dik kulaklı köpek ırklarıda, normal dikliğin dışında kulak kepçesinin laterale ya da mediale doğru düşmesi (deviasyonu) görülebilir ki bu, gelişim döneminde kulak kıkırdağı ile kulak kasları arasındaki uyumsuzluğa bağlı kulak kıkırdağının kırılması ya da eğilmesine yorumlanır.

Kulak kepçesi üzerinde düzensiz, fokal ya da yaygın, ağrılı, akut vakalarda yumuşak ve fluktuan, kronik vakalarda ise sert ve gergin, içeriğini kan ya da kan pıhtısının oluşturduğu şişkinlikler othematom ya da “aural hematom” olarak değerlendirilir.

Dış Kulak Kanalının Muayenesi

Kulak kepçesi kaidesinden membrana tympaniye kadar olan dış kulak yolu derisi bedeni örten derinin devamıdır. Deride görülebilen tüm deri hastalıkları dış kulak yolu derisinde de meydana gelir. Dış kulak yolu, orta ve iç kulak hastalıklarına genel bir ifade ile otitis adı verilir. Dış kulak yolu hastalığı (otitis externa)orta kulak hastalığı (otitis media) ve iç kulak hastalığı (otitis interna, labyrinthitis)’dan daha fazla oluşur.

Kulak kanallarının temizliği sırasında kanaldan akıntı gelip gelmediği, akıntının kokulu olup olmadığı belirlenmelidir. Kulak kanalının dıştan palpasyonu sırasında anormal seslere neden olan sıvı ya da eksudat varlığı belirlenmeye çalışılmalıdır.

        Dış kulak yolunun direkt palpasyonu ve inspeksiyonu mümkün değildir. En ideal muayenesi endirekt inspeksiyondur. Dış kulak kanalının endirekt inspeksiyonunda otoskop ya da video otoskop gibi aletler kullanılır.

Dış kulak yolu muayenesi yapılacak köpek ya da kedi ayakta tutulabildiği gibi hasta kulak üstte kalacak şekilde yan yatırılır. Gerekli görülürse sedasyon ya da anestezi uygulanır. Kulak yolu girişindeki kıllar kesilir. Kılların ya da tüylerin kulak yoluna kaçmaması için özen gösterilir. Eldiven giyilmiş elin işaret parmağına alınan bir pamuk parçası ile kulak kepçesi kıvrımlarındaki kirler ve akıntılar uzaklaştırılır. Kulak yolu endirekt olarak görülmeden kulak yoluna herhangi bir pens ya da forseps uygulanmamalıdır. Çünkü kulak yolunda olması muhtemel yabancı cisimler ya da iri kulak kirleri kulak kanalı dibine kadar itilebilir ve çıkartılmaları güçlük çıkartabilir. Öncelikli olarak otoskopun uygun spekülümü kulak yoluna uygulanır ve kulak yolu aydınlatılır. Normalde bu aydınlatma ile kulak yolunun tamamı gözlenemez. Kulak yolunun membrana tympani’ye kadar tam görülebimesi için kulak kepçesi muayeneyi yapan hekim tarafından yukarıya doğru çekilir. Bu çekme ile dış kulak yolunun vertikal ve horizontal kısımları kulak zarı görülecek şekilde düzleşmiş olur ki kulak yolunun tamamı ve membrana tympani muayene edilebilir.

        Kulak kanalı, kapalı ve havalanması (ventilasyonu) az olan bir bölge olmasından dolayı bakteri, mantar ve parazit gibi etkenlerin üremesi ve çoğalması için iyi bir vasat oluşturur. Bu nedenle temizliği ve ventilasyonunun sağlanması önemlidir.

Kulak yolunun aydınlatılması ile yangısel olaylar daha kolay gözlenir. Kulak yolundaki yabancı cisimler, derideki renk değişiklikleri, ödematöz şişkinlikler, yangısel ürünler, vejetatif üremeler, kulak yolundaki daralmalar ile membrana tympani’nin renk değişiklikleri, parlaklığı, iç ya da dış bükeylilik durumu ve perforasyonunun (delinme) olup olmadığı gözlenebilir. Kulak yolundaki yabancı cisimlerin büyük bir miktarını bitki başakcıkları (Hordeum bulbosum, H. Spinosum) oluşturu. Bu ot başakcıkları hayvanın başını ve kulaklarını kaşıması ve sallaması ile içeriye doğru ilerleme özelliğine sahiptirler.  Dolayısı ile membrana tympani’nin perforasyonuna, aynı zamanda orta ve iç kulak yangılarınada neden olabilirler.

        Kulak yolu derisindeki  dermatitisle ilgili yangısel durumlarda, hastanın tam bir dermatolojik, endokrinolojik ve parazitolojik muayenelerinin yapılması gerekir. Kulak yolundaki akıntıdan, kazıntıdan ya da üremelerden mikrobiyolojik, parazitolojik, sitolojik ve histopatolojik muayeneler için örnekler alınmalıdır. Örneklerin laboratuvar sonuçlarına göre hastalığın etiyolojisi tam olarak belirlenir ve uygulanacak tedavi seçeneği de belirlenebilir.

Kulak Zarının Muayenesi

        Kulak yolu normal ve temiz ise otoskop ile muayenede kulak zarı görülebilir. Kulak zarı normalde şeffaf ve hafif iç bükey olarak görülür. Kulak zarındaki bulutlu ya da opasite görünümleri orta kulaktaki patolojik değişikliklere yorumlanır. Kulak zarı normalde inci rengi ya da mavimtrakt açık parlak rankte görülür. Mavimsi yarı şeffaf renk intratimpanik kanamaya yorumlanır. Kırmızı renk akut orta kulak yangısına,  kırmızı ile çevrili diffuz opakt beyazlık ise orta kulakta irin birikmesine yorumlanır. Parlak kehribar renk ise orta kulakta seröz transudat varlığına yorumlanır. Kulak zarının kulak yoluna doğru hafif çıkıntılı görünümü kulak zarının arkasında; timpanik kavitede, serum, irin veya kan varlığına yorumlanır. Kulak zarındaki belirgin iç bükeylik timpanik kavitenin parsiyal doluluğuna ya da östaki kanalının tıkanıklığına yorumlanır. Kulak yolu hastalığı bulunan hayvanlarda orta kulak, nasofarengeal kanal ve retrofarengeal lenf nodülleride muayene edilmelidir. Orta kulak hastalıkları daha çok üst solunum yolu ve farenks hastalıklarına bağlı olarak oluşur. Ayrıca orta kulak boşluğu (tympanic cavity)’nu çevreleyen kemik yapı (bullo ossea) ve iç kulak kemiklerinden olan os petrosa’nın kırıklarına bağlı olarak da gelişir.

Orta ve İç Kulak Muayenesi

Hayvanda işitme kaybı ve denge bozukluğu ile birlikte göz kapakları, kulaklar ve dudaklarında motor kontrol azalmış ya da kaybolmuşsa (n. facialis’in felci), palpebral ve tehtit refleksler azalmış ya da kaybolmuşsa,  ayrıca Horner’s sendromu (ptosis, miosis, enophthalmus ve protrusion) gözlenir ise hasta, otitis media yönünden muayene edilmelidir. Şiddetli seyreden otitis media vakalarında orta kulak yakınından geçen n. facialis ve n. sympathetic bundan endirekt olarak etkilenir.

Sağırlık, bir hastalık olmayıp kulak hastalıklarının en önemli klinik bulgusudur. Hastanın işitmemesi sağırlığı gösterir. Konjenital veya edinsel olabilir. Sağırlığı bulunan hayvanlar travmatik kulak hastalıkları, membrana tympaninin perforasyonu, dış kulak yolunun stenozları ya da obstruksiyonları yönünden muayene edilmesi gerekir.

Hastada tam bir sağırlık, başın bir tarafa doğru eğik tutulması, başını eğdiği tarafa doğru dairesel dönme hareketleri göstermesi, ataksi, sık sık düşmesi, boynunun eğik olması (tortikollis) ve nistagmus gözlenmesi otitis interna (labyrintitis) ya da vestibular paralysis (n.vestibulocohlearis’in paralysisi)’e yorumlanır.  

Hayvan yemek yerken, özellikle de kemik gibi sert gıdalar yerken, çiğneme sırasında şidettli ağrı semptomu gösterir ise, hayvanda kronik otitis media yönünden radyografik muayenelerin de yapılması gerekir.

At, merkep ve katır gibi tek tırnaklı hayvanlarda köpüklü burun akıntısı, yenilen yemlerin bir kısmının akıntı ile birlikte burundan gelmesi, solunum güçlüğü, başın ve boynun ileri doğru uzatılması (opistotonus) gibi klinik bulgularda orta kulak ile farenks  arasındaki östaki kanalı üzerinde bulunan ve hava keseleri olarakta isimlendirilen saccus aeurophorus’ların muayene edilmelerini gerektirir.

Kronik kulak hastalıklarında orta ve iç kulağın radyolojik değerlendirilmesi yapılmalıdır. Bunun için başın dorsoventral, ventrodorsal ya da ağız açık pozisyonda radyografileri çekilmelidir. Bulla timpanika içinde artan yumuşak doku ya da sıvıların dansite değişiklikleri değerlendirilebilir. Normalde bulla timpanika hava ile dolu ve siyah görünümdedir. Bulla timpanikanın yumuşak doku opasifikasyonu göstermesi otitis media’nın varlığına yorumlanır.  Ventrodorsal radyografilerde kulak kanal(lar)ındaki daralma(lar) ve kemikleşmeler belirlenebilir. Radyografide bulla timpanikadaki lizis, sklerozis, kalınlaşma ve periosteal yeni kemik üremeleri gibi kemiksel değişiklikler kronik otitis media’ya yorumlanır. Kulak kanal(lar)ının daralması ya da kemikleşmesi kronik otitis eksternaya yorumlanır.

Adresimiz: İstiklal Mah. Atatürk cad. No:144/A Odunpazarı/ESKİŞEHİR

7/24 İletişim Hattımız: +(90) 5442861971 

Konum

göz muayene

Evcil hayvanların rutin fiziksel muayeneleri sırasında göz muayenesi de yapılmalıdır. Özellikle sistemik bir hastalık bulunduğu zaman göz, hayvanın genel sağlığının bir göstergesi olarak değerlendirilir. Gözün direkt inspeksiyonu dışında oftalmaskop ya da slit-lamp mikroskop ile endirekt inspeksiyonu en çok başvurulan muayene şeklidir.

Göz, vücudun diğer organları ile karşılaştırıldığında yapılarının büyük bir kısmı direkt olarak görülebilen, normalde transparant tek organdır. Yinede düzenli bir muayenede göz, yüzeysel ön yapılarından derin arka yapılara kadar muayene edilmelidir.

Göz muayenesi göz hastalıkları açısından hastanın genel muayenesi ile birlikte, hastalıkla ilgili anamnesin alınması önemlidir. Hastanın göz probleminin, görmesi ile ilgili bir rahatsızlığının bulunup bulunmadığı hayvan sahibi ya da bakıcısından alınacak detaylı bir hikaye ile öğrenilir.

Hastanın signalementi ve genetik hikayesinin bilinmesi, bazı ırk ve yaş grubu ile ilgili kalıtsal hastalıkların değerlendirilmesi açısından önemlidir. Ayrıca doğum sonrasında doğmasal bir göz anomalisinin bulunup bulunmadığı, bunun gebelik sırasında toksikasyon, enfeksiyon veya vitamin yetersizliği ile ilişkilendirmek açısından not edilmelidir.

Gözün

Genel İnspeksiyonu

Orbita, bulbus okuli ve oküler yapılar, genel fiziksel muayenenin bir bölümü olarak düzenli bir şekilde inspeksiyonu yapılmalıdır. Mümkünse hayvan hareket ettirilerek çevre ile ilgisine, unilateral veya bilateral görüş kaybının bulunup bulunmadığına bakılır. İnspeksiyon sırasında hayvanın başı, yüzü ve gözlerinin görünümü değerlendirilmelidir. Başın durumu, göz kapaklarının pozisyonu, gözlerden akan akıntının türü (seröz, mukoid, purulent) ve miktarı, periorbital şişkinliğin bulunup bulunmadığı not edilmeli, ayrıca orbita içindeki gözün pozisyonu ve bulbusun büyüklüğü belirlenmelidir.

Bulbus okulinin orbita içinde anormal pozisyonda bulunup bulunmadığı belirlenmelidir. Gözün orbita içinde posterior pozisyoda görünüşü (enophthalmos) ya da anterior yönde protrusyonu (exophthalmos) belirlenebilir. Gözlerin orbita içinde anormal deviasyonları (strabismus); mediale deviasyonu (esotropia), laterale deviasyonu (exotropia), yukarı deviasyonu (hypertropia) ve aşağı deviasyonu (hypotropia) değerlendirilmelidir.

Bulbus okulinin büyüklüğü, konjenital ya da yangısel olaylar sonucunda değişiklik gösterebilir. Gözler normalden daha küçük (microphthalmic, nanophthalmic)  olabilirken travma ya da yangısel olaylar sonucunda artan intraoküler basınca bağlı olarak daha çok normalden büyük (macrophthalmia ya da megaloglobus) de olabilir.

Gözün Nörooftalmolojik Muayenesi

Gözün inspeksiyonunu takiben nörolojik değerlendirilmesi bazı kranial sinirlerin (CNII, CNIII, CNIV, CNV, CNVI, CNVII) değerlendirilmesi açısından yapılmalıdır.

Palpebral Refleks Testi

Palpebral refleks testi, parmak ya da bir kalem ile gözün medial kantusuna dokunulmakla ya da hafifce vurulmakla oluşturulan testir ki, hayvan göz kapaklarını kırpar, sıkar ve bulbusu geri çeker. Palpebral raflekste göz kapaklarının kısılmasını afferent sinir olan n. trigeminus (CNV), kapanmasını ise efferent sinir olan n. facialis (CNVII) oluşturur. Bulbusun geri çekilmesini (retraksiyonunu) ise n. abducent (CN VI) oluşturur.

Korneal Refleks Testi

Korneal refleks testi, parmak ya da bir pamuk parçası ile korneaya dokunulmakla palpebral refleks testindekine benzer tepkiler ile oluşan refleks testidir. Bu testinde afferent, efferent sinir yolları ile retraksiyon siniri palpebral refleks testindeki aynı sinirlerdir. Şayet kornea anormal bir şekilde uyarılacak olursa, oluşacak cevaplarda anormallikler oluşabilir.

Menace Refleks Testi (opticofacial response)

Menace refleks testi (opticofacial response), gözün önünde el yukardan aşağı, aşağıdan yukarı hareket ettirilmekle yapılır. Vertikal pozisyonda elin hareket ettirilmesi sırasında hava akımı minimum olmalıdır. Bu durumda el yüze ya da göze doğru yaklaştırıldığınde hayvanın gözünü kırpması, yumması, ve bulbusun retraksiyonu gözlenir. Bu, test için pozitiftir. Ayrıca bir el ile hayvanın bir gözü kapatılır. Kısa bir süre beklenir. Daha sonra el gözden uzaklaştırılır. Hayvan göz kapaklarını açtıktan sonra el tekrar göze doğru yaklaştırılır. El göze değmeden hayvanın aynı cevapları göstermesi test için pozitif kabul edilir. Bu test ile CNII (sensory) ve CNVII (motor)’nin fonksiyonel olup olmadıkları kontrol edilmiş olunur.

Okulosefalik (doll’s eye reflex) Refleks

Okulosefalik (doll’s eye reflex) refleks, baş sağdan sola ya da soldan sağa- yandan yana, hareket ettirilerek oluşturulur. Normal cevapta gözler, başın hareketi yönünde ritmik olarak hareket eder. Gözlerin anormal hareketi, otitis interna ve beyin sapı bozuklukları ile ilgilidir.

Pupillar Işık Refleks Testi

Pupillar ışık refleks testi, yarı karanlık ya da karanlık bir alanda parlak fokal bir ışık kaynağı ile yapılır. Bu refleks testi, retinal orjinli pupillar hareketi belirlemek için uygulanır. Bu test, hayvanın görüp görmediğinin göstergesi değildir. Parlak ışık kaynağı göze tutulduğunda pupillada bir daralma, küçülme (miosis), ışık gözden uzaklaştırıldığında ise pupillada bir genişleme, büyüme (mydriasis) oluşur. Bu cevaplar, pupillar ışık refleks testi için normaldir. Bu refleks testi ile CNII ve CNIII sinirlerinin fonksiyonel olup olmadıkları kontrol edilir.  Pupillar ışık refleksinin olmaması ya da zayıflaması kornea, lens veya retinal yapılardaki bir bozuklukla ilgilidir.

Gözün Detaylı İnspeksiyonu

Tam bir göz muayenesi yapılabilmesi için yarı karanlık ya da karanlık bir oda, fokal bir ışık kaynağı, büyüteç ve bir oftalmaskop bulunmalıdır. Ayrıca göz yaşını belirlemek için Schirmer göz yaşı stripleri, korneal ülserasyonu belirlemek için fluorescein boya, göz muayenesini kolaylaştıracak lokal bir anestezik (proparacaine, lidocaine, tetracaine) damla, korneal ve konjunktival kültür örnekleri almak için swaplar ile lens ve posterior segmentlerin detaylı muayenesi için bir mydriatic (%1 atropine, %1 tropicamide, homatropine, scopolamine) damlaya ihtiyaç duyulur. Şayet glaukom’dan şüphelenilir ise mydriatik kullanılmamalıdır. Ayrıca daha detaylı tetkikler için özellikle de lezyonların yerini belirlemek için slit-lamp biomikroskop, iridokorneal drenaj açısının muayenesi için gonioscopy lensi, intraoküler basıncı ölçmek için tonometry ve intraoküler lezyonları (intraoküküler tümörler ve retinal yırtılma ve dekolmanlar) belirlemek için oküler ultrasonografiye ihtiyaç duyulabilir.

Gözün direkt inspeksiyonundan sonra muayeneyi yapan hekim ilave diagnostik prosedürlere de başvurmalıdır. Midriatik etkili ilaçlar pupillar ışık refleksini olumsuz etkileyeceği için pupillar ışık refleks testi midriatik ilaç uygulanmadan önce yapılmalı, midriatik ilaç uygulanmış ise pupillar ışık refleks testi ilacın etkisi geçtikten sonra uygulanmalıdır. Ayrıca lokal anestezik ajanların korneal refleks testini olumsuz etkiledikleri, aynı zamanda göz yaşını azalttıkları unutulmamalıdır.

Gözün direkt inspeksiyonu ve nörooftalmolojik muayeneleri yapıldıktan sonra orbita, göz kapakları, membrana niktitans, lakrimal sistem, konjunktivalar, kornea, sklera, anterior kamara, iris, lens, humor vitreous, retina, koroidea ve optik sinir gibi diğer yapılarında detaylı şekilde inspeksiyonu yapılmalıdır. Bu yapıların muayenesi fokal ışık kaynağı altında ve yarıkaranlık bir alanda yapılmalıdır.

Orbitanın Muayenesi

Orbitanın muayenesi direkt inspeksiyon ve palpasyon ile yapılır. Her iki orbitanın, şişkinlikler ve diğer lezyonlar açısından simetrik muayenesi yapılmalıdır. Orbita anormal şişkinlikler, retrobulbar kitleler, bulbus okulideki büyüklük ve oküler motilite açısından inspeksiyonu yapılır. Ayrıca orbita çevresindeki deri ve kemik çıkıntıları, kitle, düzensizlik ve kırıklar gibi lezyonların lokalizasyon yerinin belirlenmesi yönünden dikkatlice palpe edilir. Retrobulbar aralıktaki kitlelerin varlığını ya da kas ve yağ gibi orbital içeriklerin anormal azalmalarını belirlemek için göz kapakları üzerinden parmak basıncı ile palpasyon yapılır.

Bulbus okulinin anormal şekilde orbitadan dışa doğru çıkması eksoftalmos (exophthalmos), orbita içine doğru anormal şekilde çekilmesine ise enofthalmos (enophthalmos) olarak değerlendirilir. Brachyocephalic ırklarda normal kabul edilen eksoftalmos euryblepharon (palpebralar arası aralığın çok açık olması), glaucoma (göz içi basıncının artması) ve fasial paralisisdeki eksoftalmostan ayırt edilmelidir. Eksofthalmoslu göz(ler)de gözyaşının aşırı buharlaşmasından dolayı keratitise predispozisyon oluştuğu unutulmamalıdır.  

Göz kapakları arasından bulbus okulinin tüm eklenti yapıları ile birlikte öne doğru deplasmanı göz çıkığı (luxatio bulbi, proptosis) olarak değerlendirilir.

Genel ateş, iştahsızlık, konjunktivalarda belirgin ödem (chemosis), üçüncü göz kapağının bulbus okuli üzerine düşmesi (protrusion), konjunktival konjesyon, bulbus okuli üzerine parmak ile yapılan basınçta küçülme ve ağrının oluşması, değişebilen eksofthalmik görünüm, ağzın açılmasının ağrılı olması (trismus), ağızda üst son molar dişin hemen arkasında oral mukozada  fluktuasyonlu, kırmızı şişkinliğin bulunması periorbital şişkinlik ve orbital inflamasyon’un klinik bulguları olarak kabul edilir.

Bulbus okulinin orbita içinde posterior pozisyoda bulunması (enophthalmos) ve üçüncü göz kapağının bulbus üzerine düşmesi (protrusion) genel bir dehidrasyonun orbital klinik bulgusu olarak kabul edilir.

Bulbus okulinin anormal biçimde orbita içine çekilmesi (enophthalmos), üst göz kapağının korneanın önüne düşmesi (ptosis), pupillanın normalden küçük olması (miosis; pupillalarda asimetri, anisocoria)  ve palpebra tertia’nın kornea üzerine düşmesi (protrusion) gibi oftalmik bulgular sympathetic sinir (Th1-2-3) paralysisinin bulguları olarak yorumlanır ve Horner’s syndrome olarak tanımlanır. Sympathetic sinir, Th1-2-3’den orjin alan bilateral spinal perifer sinir olup plexus brachialis’in kolu değildir. Pupillalarda midriasis oluşturur. Horner’s sendromu çoğunlukla unilateraldir.

Bulbus okulinin eksoftalmik ya da anormal protrusyon görünümüne neden olan subkonjunktival ve episkleral kanamalar; retrobulbar kanamalar, orbital hemorajinin bulguları olarak yorumlanır.

Orbitanın muayenesi periorbital ya da intraorbital veya her iki bögedeki neoplasmalar yönünden de muayene edilmesi gerekir.  Neoplasmalar farklı büyüklükte olabilirler. Fakültemiz cerrahi kliniğine getirilen Akkaraman ırkı iki koyunda okuler yassı hücreli karsinom belirlenmiş ve cerrahi girişimle tedavi edilmişlerdir.

Göz Kapaklarının Muayenesi

Göz kapakları ve hareketlerine dikkatlice bakılır. Kedi ve köpek yavrularında doğumu takip eden ilk 10-15 gün içinde göz kapakları kenarlarının birbirine yapışması (ankyloblepharon) fizyolojik bir durum olarak kabul edilir. Bu süre içinde göz kapakları arasından purulent bir akıntının gelmesi (purulent conjunctivitis) bir enfeksiyonun (ophthalmia neonatorum) varlığına yorumlanır.

Göz kapağının yokluğu (agenesis) ya da göz kapağı kenarında konjenital parsiyal bir defekt palpebral coloboma (coloboma palpebrale) olarak isimlendirilir.

Göz kapakları arasının dar olması (blepharophimosis, micropalpebral fissure, blepharostenosis), geniş olması (macropalpebral fissure),  göz kapakları kenar(lar)ının içe, bulbus okuliye doğru dönmesi (entropion) ya da dışa doğru dönmesi (ectropion), üst göz kapağının kornea üzerine belirli bir oranda düşmesi (ptosis) ya da alt göz kapağının sürekli olarak aşağıya düşmesi ve kapanma yetersizliği (lagophthalmos), göz kapak ya da kapaklarının bulbus oculiye parsiyal ya da total olarak yapışması (symblepharon) gibi anormallikler göz kapaklarının bozuklukları olarak değerlendirilir.

Göz kapakları kenarında normal kirpik sırası dışında ikinci bir kirpik sırasının bulunması distichiasis, göz kapaklarında bulunan kirpiklerin bulbus okuliye doğru ters yönde dönmesi trichiasis, palpebral konjunktiva içinden çıkan ve bulbus okuli’ye doğru dönen kirpikler ectopic cilia olarak isimlendirilirler.

Göz kapağı ya da kapaklarının kenarlarındaki hiperemik, ödemli şişkinlik göz kapağı yangısı (blepharitis)’nı tanımlar.

Göz kapağı dışa doğru döndürüldüğü zaman palpebral konjunktivanın içinde kalınlaşmış, sarı-beyaz renkte ağrısız bir şişkinlik, meibomian bezi (tarsal gland)’nin kronik yangısı (chalazion, meibomian cyst)’na yorumlanır. Şayet bu şişkinlik purulent (bakteri) içerik içeriyor ise hordeolum’a yorumlanır.

Üçüncü Göz Kapağının Muayenesi

Membrana nictitans (üçüncü göz kapağı); bezinin protrusionu (prolapse, kiraz göz), konjunktivitis follikülaris, anormal kitleler, yabancı cisimler ve kartilaj eversiyonu yönünden dikkatli inspeksiyonu yapılır. Bulbus okulinin elle retropulsiyonu membrana nictitans’ın protrusyonuna neden olur ki bu muayeneyi kolaylaştırır. Membrana nictitans bir forseps ile tutulur ve dışa doğru hafifce çekilir ise hem posterior hem de anterior yüzleri detaylıca görülebilir.

Bazı köpek ırklarında, gözün medial kantusunda dışa doğru dönmüş membrana nictitans’ın serbest kenarı üzerinde bazen pembe, bazen de kırmızı renkte şişkin bir kitlenin görülmesi üçüncü göz kapağı bezinin hiperplazisi ya da prolapsus (protrusion)’una yorumlanır. Bu durum aynı zamanda “cherry eye” (kiraz göz) ya da “follicular ophthalmitis” olarakta isimlendirilir.

Köpeklerde üçüncü göz kapağı bir forseps ile tutulur ve bulbar (korneal) yüzü görülecek şekilde çevrilir ise hiperemik, böğürtlen yüzeyi görünümündeki görünüm lenf folliküllerinin proliferasyonuna yorumlanır ki bu “conjunctivitis follicularis” olarak isimlendirilir.

Alt göz kapağının aşırı nemli ya da ıslak olması, gözyaşının aşırı miktarda toplanması ve yüzden akması epiphora olarak isimlendirilir. Bu, lakrimal drenajın yetersizliğini ya da olmadığını gösterir ki bu da travmatik ya da enfeksiyöz oküler irritasyona veya duktus nasolakrimalis’in konjenital atresia ya da hypoplasia’sine veya yabancı cisim ya da neoplastik obstruksiyonuna yorumlanır. Normalde alt göz kapağının hemen üstünde ve medial kantusta lakrimal sıvı birikir ve punkta lakrimalis aracılığı ile duktus nasolakrimalise geçerek drene olur. Gözün medial kantusunda mukoid, mukopurulent özellikte epiphora’nın görülmesi, nasal kantus üzerine parmak ile basınç uygulandığında akıntının daha da artması lakrimal kese ve kanalın yangısı (dacryocystitis)’ na yorumlanır.

Gözde mukoid ya da mukopurulent akıntı ile birlikte konjunktivada hiperemi, korneal epitelyumda kalınlaşma, kuruluk ve korneal epitelyuma yapışık mukoid akıntı, kornea’da sınırlı ve yüzeysel ülserasyon, blapharospasm, kornea’da lokal ya da yaygın vaskülarizasyon, korneal pigmentasyon, skar doku oluşumu, ve görüş kaybı ile birlikte burun ve ağız kuruluğu gözyaşı sekresyonu yetersizliği olarak bilinen keratoconjunctivitis sicca (KCS)’ya yorumlanır. Kesin tanı için gözyaşı miktarının Schirmer test stripleri ile ölçülmesi gerekir. Bu test mukoid akıntılı korneal ve konjuktival lezyonlu bütün köpeklerde uygulanmalıdır. Bu test Schirmer I ve Schirmer II olmak üzere iki şekilde uygulanır. Test, göze lokal anestezik damlatılmadan uygulanır ise elde edilen değer bazal ve refleks lakrimasyonunu birlikte gösterir ki bu test Schirmer I gözyaşı testi olarak isimlendirilir. Test, göze lokal anestezik damlatıldıktan sonra uygulanır ise refleks ile ilgili sekresyon olmayacağından elde edilen değer sadece bazal lakrimasyon durumunu gösterir ki bu test de Schirmer II gözyaşı testi olarak isimlendirilir. Bazal sekresyon miktarı gözyaşının fizyolojik fonksiyonlarını tam olarak yerine getirmede yeterli olmadığından lakrimasyonun klinik olarak değerlendirilmesinde bazal ve refleks sekresyon birlikte dikkate alınır. Bu nedenlede klinik değerlendirmelerde Schirmer I gözyaşı test değerleri esas alınır.

Schirmer testi uygulamalarında test stripleri alt göz kapağının konjuktival boşluğuna medioventral olarak bir dakika süre ile bırakılır. Bu süre sonunda strip tarafından absorbe edilen gözyaşı miktarı milimetrik olarak değerlendirilir. Sağlıklı bir köpekte Schirmer I gözyaşı test değerlerine göre dakikada absorbe edilen gözyaşı miktarı 14-24 mm arasında olmalıdır (Normal değer köpeklerde >15 mm/dak., kedilerde ise >16 mm/dak.). Yukarda bahsedilen oftalmik klinik bulgularla birlikte 8-10 mm/dakika’dan daha küçük değerler KCS’nın varlığına yorumlanır. Bu test göze diagnostik ya da medikal herhangi bir ajan uygulanmadan önce yapılmalıdır. Fakültemiz çiftliğinde yetiştirilen Kangal ve Akbaş Çoban köpeklerinde fizyolojik gözyaşı miktarlarını belirlemeye yönelik olarak yapılan çalışmada göz yaşı miktarları ortalama 18.5 mm/dak. olarak tespit edilmiştir.

Konjunktivaların Muayenesi

        Konjunktiva, üst ve alt göz kapaklarının iç yüzlerini, üçüncü göz kapağının her iki yüzünü ve kornea hariç bulbus okulinin ön kısmını çeviren iyi vaskülarize oküler mukoz membrandır. Konjunktiva anormal vaskülarizasyon, hemoraji, laserasyon, yabancı cisimler, neoplasmalar ve ödem (chemosis) yönünden muayene edilmelidir.

        Gerçek bir mukoz membran olan konjunktiva, hayvanda anemi ya da sarılık bulunup bulunmadığının belirlenmesinde önemli bilgi sağlar. Konjunktiva ve sklera, renk değişiklikleri yönünden iyice incelenmeli, ayrıca anormal kitleler ile üzerlerinde membran-zar ve laserasyon bulunup bulunmadığına bakılmalıdır.

Doğumdan sonra çoğunlukla gözün lateral kantusu ile limbus arasındaki konjunktiva bazen de sclera ve kornea üzerinde kıllı deri parçasının bulunması konjenital oküler tümörlerden kabul edilen “dermoid, ocular dermoid, cyst dermoid”’i tanımlar.

Konjunktiva, episklera, sklera ya da avasküler yapıdaki kornea’da aktif hiperemi ya da vaskülarizasyon artışı genel bir ifade ile kırmızı göz “red eye” olarak yorumlanır. Kırmızı göz bir hastalık olmayıp primer olarak göz travmaları ya da irritasyonlarına bağlı çoğunlukla unilateral, sekunder olarakta uveitis, glaucom ve bakteriyel ya da viral sistemik hastalıklara bağlı çoğunlukla bilateral olarak gelişebilir.

Gözde seröz, müköz, mukopurulent, fibrinöz akıntı ile birlikte konjunktivalarda hiperemik ve ödematöz şişkinlik konjunktivaların yangısını (conjunctivitis) tanımlar. Konjunktivitis, bütün hayvan türlerinde en fazla görülen göz hastalığıdır. Unilateral veya bilateral gelişebilir. Bilateral konjunktivitisler çoğunlukla enfeksiyon ya da sistemik hastalıklarla ilgili gelişirken unilateral konjunktivitis ise lokal enfeksiyonlar, yaralanmalar ya da yabancı cisimlere bağlı olarak oluşur.

1994 yılı yaz ayında Konya Merkez Hayvancılık Araştırma Enstitüsünde toplam 30 kuzuda birden göz ile ilgili şikayetin bildirilmesi üzerine yapılan muayenelerde, padoklardaki ızgaralı oluklara bırakılan bol kılçıklı ot başakcığı bulunan kuru ot ile beslemeyi takiben, ot başakcıklarının göz kapaklarının fornikslerine battıkları ve konjunktivalarda şiddetli hiperemi ve ödem, korneada vaskülarizasyonda artış ile birlikte ödem, aşırı gözyaşı akıntısı, ağrı ve blefarospazm ile karakterize travmatik akut keratokonjunktivitis belirlenmiş ve tedavileri başarı ile yapılmıştır.

Korneanın Muayenesi

Kornea normalde transparant, avasküler, nemli, dış hattı düz/pürüzsüz ve pigmentsiz yapıya sahiptir. Lokal ışık kaynağı altında dikkatli muayenede korneanın transparant özelliğinin kaybolması  (ödem ya da sellüler infiltrasyon nedeni ile), vaskülarizasyon varlığı ve özelliği, pigmentasyon, kuruluk, kitle(ler), yabancı cisimleri, laserasyon, ülserasyon ve dış bükeyliliğinde ki bozukluklar gibi değişiklikleri görülebilir. Şayet fluoresceine uygulanmış ise bu dikkate alınmalıdır. Korneal kültür yapılacak ise ya da Schirmer gözyaşı sitripleri ile gözyaşı belirlenecek ise fluoresceine damlatılmadan önce yapılmalıdır.

Gözün ön segmentlerinin lokal ışık ile muayenesinde göz kapakları, membrana niktitans, palpebral ve bulbar konjunktiva ile kornea, anterior kamara, iris, pupillar kenar, lens ve anterior vitreous muayene edilebilir. Lens ve anterior vitreous’un muayenesinde pupillanın dilate olması gerekir. Bunun için %1 tropicamide göze damlatılır. Takiben, 15-30 dakikada pupillada yeterli dilatasyon oluşturur. Atropine sülfat, lokal olarak göze damlatıldığında pupillada dilatasyonun geç oluşması (yaklaşık bir saatte) ve etkisinin uzun sürmesinden dolayı önerilmemektedir.

Avasküler olan kornea’nın vaskülarizasyonu fazla miktarda yaygın ise kırmızı göz olarak kabul edilir. Kornea’nın yüzlek ya da derin, parsiyal ya da diffuz vaskülarizasyonu bir klinisyen tarafından kolaylıkla ayırt edilebilir.

Yüzlek damarlar, limbus yakınındaki konjunktivadan orjin alır ve kornea’nın yüzlek katına limbustan geçmiş olarak görülebilir. Derin damarlar ise sklera içindeki damarlardan orjin alırlar ve limbusta kornea içinde görülürler. Kornea tarafında ince düz damarlar “sıkı fırça ucu” gibi görünür ve tanınırlar. Korneadaki damarlaşmanın derinliği hafif büyütmeli bir biomikroskop ya da büyüteç yardımı ile kolaylıkla tanınır.

Korneanın yaraları, yabancı cisimleri, kimyasal ajanlar, entropion, ektopik silia gibi nedenlerle travmaları, irritasyonu ve ülserleşmesi, viral ve bakteriyel hastalıkları, keratokonjunktivitis sikka hem yüzlek hemde derin korneal damarlaşmaya neden olurken kronik süperfisial keratitis, kedilerin lagoftalmus,  eosinofilik keratokonjunktivitisleri ve korneal denervasyonlar korneanın yüzlek damarlaşmasına, intraoküler hastalıklar ve antarior uveitis ise korneanın derin damarlaşmasına neden olurlar.

Korneanın transparant özelliğinin kaybolması ve gri beyaz bir renk alması genel bir ifade ile keratitisolarak isimlendirilir. Şayet ağrı ve lakrimasyon artışı ile birlikte gri beyaz renk, bulanıklaşma sadece kornea’nın yüzey kısmında kalırsa keratitis süperficialis, kornea’nın stromal katınıda içeren gri bulut rengindaki bulanıklaşma ve korneal vaskülarizasyonun geliştiği durum ise keratitis paranchymatosa olarak yorumlanır. Kornea üzerinde değişik şekilde ve derinlikte, fluorescein ile boyanabilen ve iyi bir aydınlatma ile görülebilen doku kayıplı tablo ve periferinde gri beyaz renk oluşumu ve limbus sınırından başlayan korneal vaskülarizasyon ulserative keratitis olarak yorumlanır. Şayet kornea üzerinde bulunan derin bir yara ya da ulserative keratitis ortasından öne doğru çıkıntı şeklindeki bir oluşum belirlenir ise bu, Descement’s membranın ön kamaradaki humor aqueous’un basıncı ile fıtıklaşması (descemetocele, keratocele)’na yorumlanır. Kornea’da oluşan perfore bir yara içinden iris’in öne doğru çıkıntı yapması; protrusyonu, corneal staphyloma olarak isimlendirilir.

Kornea’nın sentralinde ya da periferinde transparant özelliğin kaybolduğu, değişik büyüklük, şekil ve renkte, yangısel bulgular göstermeyen opasite artışları korneal lekeler ya da kornea’nın skar formasyonu olarak tanımlanırlar. Kornea’daki leke ya da lekeler çok küçük ve hafif opasitede ise nebula, leke biraz büyük, sınırlı ve bulut manzarasında opasite gösterir ise macula, leke çok belirgin, biraz daha büyük ve gün ışığında kolaylıkla görülebilen opasitede ise leukoma olarak isimlendirilirler.

Ön Kamaranın Muayenesi

Işık kaynağı göze değişik açılardan odaklanırken iristen yansıyan ışık, kornea ve anterior kamaranın muayenesini kolaylaştırır. Şayet anterior kamarada humour aqueous içinde hücrelerde ya da proteinde ya da her ikisinde bir artış olacak olursa göze uygulanan ışık dumanlı bir alandan geçiyormuş gibi görünür. Bu klinik olarak humour aqueous’un bulanıklığı “aqueous flare” olarak bilinir. Gözün ön kamarasında aqueous flare’nın görülmesi çoğunlukla glaucom ya da uveitis anterior’e yorumlanır. Işık, gözün fundusundan yansırsa humor vitreous ve lensin opasitesini belirlemede yardımcı olur. Kornea ve lensin düzgün yüzeyleri ayna gibi ışığı yansıttığından kolaylıkla gözlenebilir.

Kedi ve köpeklerde normal göz içi basıncı birbirine yakın değerlerde olup genellikle 15-30 mmHg arasında değişir. Bu değer, intraoküler sıvı hacmi ile kornea ve skleranın elastikiyeti ya da gerginliği arasındaki ilişki sonucunda oluşur. Göz içi basıncı Schiotz tonometry ile belirlenir ki ölçülen değer 30 mmHg ve üzerinde ölçülür, aynı zamanda seröz özellikte gözyaşı akıntısı, ağrı, korneal ödem, episkleral damarlaşma, aqueous flare, sabit orta derecede dilate pupilla,  genç hayvanlarda bulbus okulide büyüme, retinal ödem, retinal hemoraji gibi bulgular ya da bu bulgulardan bazılarının bulunması glaukom’a yorumlanır.

Anterior kamara (camara oculi anterior) derinliği ve içerikleri; kan (hyphaema), irin (hypopyon), fibrin, hücreler ve protein (aqueous flare) ya da yabancı cisimler, yönünden muayene edilmelidir. Ayrıca doku anormallikleri, iris adezyonları (synechiae ya da kalıcı pupillar membran), iris kistleri, iris tümörleri, lens’in anterior lukzasyonu ve granülasyon dokuları belirlenebilir. Bazı hayvanlarda iridokorneal açı ya da filtrasyon (drenaj ) açısı direkt olarak görülebilir.

göz muayenesi
Göz Muayenesi

İris ve Pupillanın Muayenesi

İris konjenital defekt, renk, topoğrafi ve pozisyonu açısından muayene edilir. İris’in kornea’nın arka yüzü ya da lens’in ön yüzüne yapışmaları (adezyonları) kolaylıkla belirlenebilir. İris’in kenarının kornea ile oluşturduğu adezyon anterior synechia, lens ile oluşturduğu adezyon ise posterior synechia, irisin tüm yüzeyinin lens ile oluşturduğu adezyon ise total synechia olarak isimlendirilir.

İris ve uveal katların açık gri ya da beyaz renkte olması pigmentsizlik (hypopigmentation) ya da albinusmus olarak yorumlanırken iris üzerinde oldukca koyu renkli nodüler ya da küçük kümecikler halinde yaygın, bazen pupilla kenarında çıkıntı oluşturan pigment birikimleri ise pigment hipertrofisi (hyperpigmentation) olarak isimlendirilir. Pigment hipertrofilerine atlarda sıklıkla rastlanır.

Direkt pupillar cevaplar değerlendirilir. Pupilla(lar)’da ki hareketler; aşırı kontraksiyon, daralma, küçülme (miosis) ve  dilatasyon, genişleme, büyüklük (mydriasis), pozisyon, simetrik ve şekil yönünden muayene edilir. Atropin zehirlenmeleri, hipokalsemi ve yılan zehirlenmeleri mydriasis’in önemli nedenleridir. Toxoplasmosis’de ki retinal ya da Aavitaminosis’te ki nervus opticus yıkımlanmaları sürekli pupillar dilatasyona neden olabilir. İki pupilla arasındaki büyüklük farkı 1 mm’den daha büyükse anisocoria  (asymmetric pupilla) olarak isimlendirilir. Pupilla’nın iris içinde anormal lokalizasyonuna corectopia, pupillanın anormal şekillenmesine dyscoria adı verilir. İris, normalde arka taraftan lens ile desteklenmiş olmasından dolayı hafifce öne doğru kavis yapar. Şayet lens tarafından bu destek kaybolursa (lens’in lukzasyonu ya da sublukzasyonunda) iris düz bir yapıda görünecektir. Aynı zamanda anterior kamara derinleşmiş olarak görünecek ve baş hareket ettiği zaman iris titriyormuş gibi -titreme hareketine sahip- görünecektir. İris’in anormal hareketleri ya da titremeleri iridodonesis’e işaret eder. Şayet iris konjesyonlu ve şişkin, detayları kaybolmuş, rengi kararmış olarak görünür ise bu bir iris yangısı (iritis, anterior uveitis)’na yorumlanır.

Lensin Muayenesi

Lens, gözün içinde normalde transparant özellikte, avasküler bir yapıdır. Lens’in gözün içinde bulunup bulunmadığı, pozisyonu, büyüklüğü ve transparant özelliğinin değişip değişmediğini belirlemek için muayene edilmesi gerekir. Lens’in bulunmaması aphakia, normalden küçük olması microphakia, bulunması gereken yer dışında bulunması ectopia lentis, lens’in konjenital olarak anterior ya da posterior yönde koni şeklinde çıkıntı yapması lenticonus, üzerinde çentik şeklinde defekt bulunması lens coloboması, lens’in humour aqueous’a doğru öne ya da vitreous’a doğru arka yönde parsiyal ya da total olarak yer değiştirmesi sub/luxation,  lens ya da kapsulasında opasitenin bulunması  ise katarakt (cataract) olarak isimlendirilir. Yaşlı hayvanlarda lens, transparant özelliğini kaybetmiş, daha çok yarı şeffaf (translusent) ya da sklerotik yapıdadır. Lens’te ki yaşla ilgili bu değişiklikler lenticular sclerosis olarak isimlendirilir ki hayvanlarda körlüğün nedeni değildir. Ancak oftalmoskop ile oküler fundusun görünümünü engeller. Genelde fundus refleksi mevcut ise ya da retina kör bir hayvanda görülebiliyorsa körlük lens’teki değişikliklerle ilgili değildir.

Fundus’un Muayenesi

Gözün arka segmentleri; posterior vitreous ve fundus, uygun mercek yapılarından oluşan ve fokal bir ışık kaynağı oluşturan ophthalmoscope ile muayene edilir. Oftalmoskop, göz katmanlarını ayrıntılı olarak aydınlatan ve muayenelerine imkan sağlayan bir alettir.  Evcil hayvanların pek çoğunda pupillanın şimik dilatasyonu oluşturulmadan arka segmentlerin muayenesi gerçekleştirilebilir iken lens, vitreous, retina ve n. opticus’un detaylı incelenebilmesi için midriatik bir damla göze muayeneden 15-30 dakika önce damlatılmalıdır. Bu amaçla tropicamide  (%1) ya da atropine lokal olarak göze 1-2 damla damlatılırsa 15-30 dakika içinde mydriasis şekillenir. Oftalmoskop hastanın gözünden 2.5-3 cm uzakta tutularak oftalmoskop’un dönen çarkı (Rekoss diski) aracılığı ile göz içinde fokusun derinliği ayarlanır. Rekoss diski üzerinde bulunan – ve +20 dioptri aralıklarından yararlanılarak; kornea +20, kamera okuli anterior +15, lensin anterior kapsulü +12, lensin posterior kapsulü +6 ya da +8, korpus vitreum +5 ve fundus ise  -3, 0, +3 dioptrilerle muayene edilir. Muayeneyi yapan veteriner hekim sol gözü ile hastanın sol gözünü, sağ gözü ile de hastanın sağ gözünü muayene etmelidir.   

Humor vitreous (vitreous body) gözün içinde en büyük yapıyı oluşturur. Humor vitreous, coloboma, kalıcı hyaloid damarlar (embriyonik damarlar), hemoraji, hyaloid kalıntılar ve retinal ayrılmalar gibi konjenital anomaliler için muayene edilmelidir. Hyaloid damarlar, sekiz haftalık ve daha üzeri yaş grubundaki buzağı ve kuzularda kan içerebilir. Humor vitreous’taki edinsel değişikliklerin en önemli nedenini yangısel olaylar oluşturur. Yangısel hücreler ve eksudasyon opasite artışına neden olur. Anterior humor vitreous’un muayenesi, dilate pupilla içinden lokal bir ışık kaynağı ile yapılırken, posterior humor vitreous ve oküler fundus’un muayenesi ise bir oftalmaskop ile yapılır.

Retina, vasküler bir yapıya sahiptir. Oküler fundus, retinal ayrılmalar, korioretinal hipoplasi ya da displasi, vasküler konjesyon, vasküler zayıflık, skar dokular, hemoraji, colobomalar, tapetal renkte, pigmentasyonda ve damarlardaki değişiklikler ile yangı odağı için muayene edilir. Optik disk, görünümü, şekli, büyüklüğü, rengi, colobomalar, anormal kitleler ve çukurlukların bulunup bulunmadığı yönünden muayene edilir. Optik diskteki şişkinlik n. opticus’un neuritisi ile ilgili olarak gelişen ödem ya da hiperemi ile ilgilidir ki, bu da genellikle artan intrakranial basınçla ilgilidir ve papilödem (papilloedema) olarak isimlendirilir.

Adresimiz: İstiklal Mah. Atatürk cad. No:144/A Odunpazarı/ESKİŞEHİR

7/24 İletişim Hattımız: +(90) 5442861971 

Konum