Göbek bölgesinin muayenesi nde çoğunlukla yuvarlak, ağrısız, yumuşak kıvamda, farklı büyüklükte, üzerine el ile basıç yapıldığında kaybolan, red edilebilen, basıncın kaldırılması ile tekrar şekillenen bir şişkinlik, çoğunlukla fıtık (hernia umbilicalis) olgusunu tanımlar. Dikkatli palpasyonda göbek deliğinin normalden büyük olduğu belirlenebilir. Belirlenen şişkinlik, omentum, ince bağırsaklar, buzağılarda bazen abomasum, gibi abdominal organların geniş olan göbek deliğinden geçerek deri altında yer alması ile şekillenir.
Göbek bölgesinde oluşan fıtıkların bazıları fıtık özelliği göstermiyebilir. Fıtık deliğinin dar, fıtıklaşan organların fazla olduğu ve boğulmanın geliştiği fıtıklar ile fıtıklaşan organların gelişen yangı nedeni ile fıtık iç kesesine yapıştığı fıtıklarda ya da göbek yangısı ile birlikte bulunan fıtıklarda şişkinlik üzerine yapılan basınçla şişkinlikte bir küçülme şekillenmez. Bu gibi şüpheli durumlarda şişkinlik üzerinden oskültasyon yapılır ise bağırsak sesleri duyulabilir, ya da baryum sülfat içirilerek alınan radyografide şişkinlik içinde kontrastlı bağırsak segmentinin görülmesi fıtığı doğrular.
Fakültemiz kliniklerine değişik zamanlarda getirilen buzağı, dana, koyun, keçi gibi evcil hayvanların göbek ve karın bölgelerindeki fıtıklar klinik, radyolojik ve ultrasonografik olarak değerlendirilmiş, bunların tedavilerine yönelik olarak organik ve inorganik implantlar greft olarak kullanılmış ve olumlu sonuçlar elde edilmiştir.
Doğum sırasında göbek kordonu gerilerek kopar ya da veteriner klinisyen tarafından kesilir. Göbek kordonunu oluşturan vena, arterler ve urachus normalde karın içine doğru çekilir. Doğumdan sonraki bir iki hafta içinde göbek kordonunun temizliğine dikkat edilmez ise piyojen enfeksiyon etkenlerin kontaminasyonu sonucu göbek kordonunun ekstraabdominal ya da intraabdominal bölümlerinde yangılar gelişebilir.
Doğumdan sonra göbek bölgesinin sürekli ıslanması ve göbek kordonunun ucundan damla damla idrar gelmesi urachus fistülü’nü tanımlar. Bu durum, yavrunun urethra’sının herhangi bir nedenle tıkandığını ya da urethra’nın konjenital bir anormalliğinin bulunduğunu akla getirir. Bilindiği gibi urachus kanalı, funiculus umbilicalis içinde yer alan, fötal hayatta yavrunun idrarını annenin allantois kesesine taşıyan kanaldır. Doğumla birlikte göbek kordonunun kopması ile bu ilişki kopar ve idrar normal urethra aracılığı ile boşalır.
Göbek bölgesinde palpasyon ile ekstraabdominal olarak ağrılı, sıcak, katı kıvamda bir şişkinliğin belirlenmesi göbek kordonunun dışarda kalan kısmının yangısı (omphalitis)’nı tanımlar.
Göbek bölgesinde göbek kordonu ve çevresinde ki yumuşak dokuları içeren başlangıçta ağrılı, daha sonra ağrının azaldığı yumuşak, dalgalı bir şişkinliğin palpasyon ile belirlenmesi ekstraumbilikal göbek absesi (umbilical abscess)’ni akla getirir. Kesin tanı için diagnostik punksiyon yapıldığında irinin görülmesi tanıyı doğrular.
Göbek bölgesinin muayenesi ağrılı şişkinliği ile birlikte göbek kordonunun kalınlaşması ve bu oluşumun intraabdominal olarak devam etmesi, göbek kordonunu oluşturan damarların ya da urachus’un yangılarını akla getirir. Sırt üstü pozisyonda yatırılmış buzağı ya da taylarda karın duvarının dikkatli palpasyonunda kranio-dorsal yönde, farklı kalınlıkta sınırlı ya da kordon şeklinde bir şişkinliğin belirlenmesi göbek kordonunda ki venae umbilicalis’in yangısı (omphalophlebitis)’nı, karın duvarının dikkatli palpasyonunda kaudo-dorsal yönde, farklı hacimde ya da kordon şeklinde bir bazen iki ya da daha kalın bir şişkinliğin palpe edilmesi göbek kordonunda ki arteria umbilicalis’lerin yangısı (omphaloarteritis)’nı tanımlar. Şayet, karın duvarının dikkatli palpasyonunda göbek bölgesinden kaudal yönde, karın duvarına yakın olarak seyreden, bir şişkinlik belirlenir ise bu urachus absesi (urachal sepsis, urachus empyemi)’ni tanımlar. Urachus’un idrar kesesi ile ilişkisinden dolayı doğum sonrasında görülen urachal sepsis, idrar kesesinin sepsisi ile birlikte (urocystitis purulenta) gelişebilir.
Göbek bölgesinin muayenesi
Göbek bölgesinin muayenesi lezyonlarının klinik muayenesinde ultrasonografik muayene son yıllarda sıklıkla başvurulan tanı yöntemlerinden biridir. Fakültemiz cerrahi kliniğinde buzağıların göbek bölgesi lezyonlarının ultrasonografi ile tanısına yönelik olarak yapılan bir çalışmada göbek lezyonu şikayeti ile getirilen 90 buzağının palpasyon, ultrasonografik ve operasyon bulguları değerlendirilmiş ve ultrasonografinin göbek lezyonlarının tanısında ek bir tanı yöntemi olarak başarı ile kullanılabileceği vurgulanmıştır.
Bazı yavrularda konjenital olarak göbek deliğinin açık kaldığı ve abdominal organların bir kısmının bu delikten geçerek deriyle örtülmeden dışarıya çıktıkları, çoğu zamanda dış ortamla kirlendikleri gözlenir. Doğumu takiben gözlenen bu durum eventrasyon (eventration ya da omphalocele) olarak tanımlanır. Bu, bir fıtık olarak tanımlanamaz. Çünkü, fıtıkta dış derinin bütünlüğü bozulmamıştır. Fakültemiz cerrahi kliniğine getirilen bir kuzunun göbek bölgesinde transparent bir membran ile çevrili olarak belirlenen kitlenin ekstraumbilikal ektopia hepatika olduğu belirlenmiştir.
Karın bölgesi derisi neoplastik oluşumlar yönünden de muayene edilmelidir. Deride oluşan neoplastik oluşumlar farklı büyüklükte ve sayıda olabilirler. Deri üzerinde gözlenen siğil benzeri oluşumlar çoğunlukla klinik olarak deri papillomatosisi olarak tanımlanırlar. Deri üzerinde sınırlı, yuvarlak, multinodüler, sert, bazen fluktuan kıvamda, koyu pigmentasyonlu, siyah renkteki neoplastik oluşumlar ise klinik olarak melanom olarak değerlendirilirler. Neoplastik oluşumların kesin tanısı için histopatolojik muayenelerinin yapılması gerekir. Fakültemiz cerrahi kliniğine getirilen 3 yaşında Holştain ırkı bir inekte karın altında, göbek meme arasında, geniş bir alanda biri küçük diğeri büyük iki kitle halinde belirlenen neoplastik oluşumlardan büyük olanın siyah renkte, sınırları belirgin, kılsız, travmatik yüzeyi siyah pigmentli, derin sıyrık ve ülserli olduğu, operasyonla uzaklaştırılan ve ebatları 32x30x12 cm, ağırlığı 7 kg olarak belirlenen neoplastik oluşumun histopatolojik değerlendirmesinde bening dermal melanom olduğu belirlenmiştir.
Karın duvarının yüzeysel ya da derin palpasyonu, özellikle küçük hayvanlarda abdominal ağrının ve lokalizasyonunun belirlenmesine, dolayısı ile de ağrıyı oluşturan hastalığın tanınmasına yardımcı olur. Abdominal derin palpasyon ile bazı hayvanlarda intraabdominal organların karakterleri ve büyüklükleri ile abdominal sıvı varlığı belirlenebilir.
Kedi ve köpek gibi küçük hayvanlarda ön karın duvarının derin palpasyonu pankreas, karaciğer, duedonum, safra kesesi ve mide hakkında önemli bulgular verir. Köpeklerde bu yapıların kosta kafesi içinde olmaları nedeni ile palpasyonları zorlukla yapılır. Hastanın sedasyonu ile birlikte hastanın ön tarafının yükseltilmesi ile bu yapıların palpasyonu yapılabilir.
Karın orta bölgesinin derin palpasyonu ile böbreklerin, bağırsakların, mezenteriyumun, mezenterik lenf yumrularının, adrenal bezlerin, uterus ve dalak gibi yapıların büyüklükleri ve karakterlerindeki değişiklikler belirlenebilir. Paralumbal bölgede ilerleyici özellikte büyük bir kitlenin palpe edilmesi retroperitoneal kan ya da idrar birikimini akla getirir.
Arka karın duvarının derin palpasyonu ile de kolon, rektum, prostat, uterus, idrar kesesi ve inguinal halkalar hakkında önemli bilgiler sağlar. Abdominal gerginlik, ağrı ve sistemik üremi bulguları idrar kesesi rupturunun klinik bulguları olarak değerlendirilir. Katı, ağrılı, gergin idrar kesesinin palpasyonu alt üriner sistem kanalının, idrar taş(lar)ı (urolithiasis), travma, yabancı cisim ya da tümör tarafından, tıkandığının bulgusu olarak değerlendirilir. Ayrıca, erkek hayvanlarda prostat hipertrofisi ya da tümörlerin periuretral olarak uretral obstruksiyon oluşturarak idrarın retensiyonuna, dolayısı ile idrar kesesinin genişlemesine neden olabilecekleride unutulmamalıdır.
Eskişehir 7 / 24 Açık Veteriner Adresimiz: İstiklal Mah. Atatürk cad. No:144/A Odunpazarı/ESKİŞEHİR
Evcil hayvanlarda karın bölgesinin muayenesi büyük ve küçük hayvanlarda ayrı ayrı değelendirilirse de genellikle benzerlik gösterir. Abdomen duvarının ve karın boşluğunda bulunan organ ve dokuların inspeksiyon, palpasyon, oskültasyon, perküsyon, radygrafi, ultrasonoğrafi, abdominal parasentezis ve eksploratorik laparotomi bulgularının değerlendirilmesi ile yapılır. Ayrıca laboratuvar muayeneleri abdominal organların hastalıkları ile ilgili olarak önemli bilgiler verir.
Karın Bölgesinin Muayenesi karın duvarı derisi ve karın büyüklüğü ve şeklinin inspeksiyonu önemli diagnostik bilgiler verir. Bunun için gerekir ise kedi, köpek, koyun ve keçi gibi tüylü hayvanların karın, inguinal ve perineal bölgelerinin tüyleri kesilebilir. Abdominal gerginlik tüylerin uzaklaştırılmasından sonra daha belirgin olarak belirlenir. Dikkatli klinisyenler karın duvarındaki kontüzyon(lar) ve lokal şişkinlikler ile lokalizasyon yerlerini, yüzlek, derin ya da perfore yaralar ve lokalizasyonlarını, göbek bölgesi ya da inguinal bölgelerdeki renk değişikliklerini, abdominal organların fıtıklaşması ile ya da abdominal kitleler ile oluşan şişkinlikleri gözlemek sureti ile belirleyebilirler. Tüylerin kesilmesi, küçük yaraların belirlenebilmesine yardımcı olur. bazen küçük yaralar “ice berg” gibi değerlendirilmeli, özellikle de ısırık ya da ateşli silah yaraları deride küçük bir yara gibi görünürse de iç organlarda önemli yaralanmalara neden olabileceği unutulmamalıdır. Abdomen duvarında ki perfore yaralar abdominal organlar ve dokularda yıkımlanma oluşturmadığı sürece önemsiz olarak değerlendirilirler.
Karın Bölgesinin Muayenesi
Karın altında, özellikle de göbek bölgesi derisinde görülen sirküler kırmızı oluşum, intraabdominal kanamalarla ilgili olabilir. İnguinal ve perineal bölgelerde ki renk değişiklikleri ve irritasyonlar genellikle uretral rupturun ve idrar birikintisinin bulgusu olarak yorumlanır.
Karın duvarının ön ya da arka bölgelerinde; özelliklede göbek bölgesinde ki şişkinliklerin dikkatli muayene edilmesi gerekir. Şişkinliklerin muayenesinde dikkatli palpasyonla birlikte ihtiyaç durumunda diagnostik punksiyon yapılabilir.
Ön ya da arka karın duvarı üzerinde travmatik bir nedene bağlı olarak oluşan şişkinlik öncelikli fıtık olgusunu akla getirir. Şişkinlik üzerine yapılan basıçla şişkinliğin büyüklüğü azalıyorsa, basınç kaldırıldığında ise tekrar önceki büyüklüğe ulaşıyorsa bu karın fıtığını (hernia abdominalis) doğrular. Zamanla bu özelliğin yapışmalar nedeni ile oluşmayacağıda unutulmamalıdır.
Fıtık özelliği göstermeyen şişkinliklerde gerekli hazırlık yapıldıktan sonra diagnostik amaçla aseptik punksiyon yapılır. Punksiyon iğnesinden kan gelirse hematom, kanlı sıvı gelirse kolleksiyo serosanguineum, irin gelirse abse, kokuşmuş hemopurulent içerik gelirse gazlı gangren akla gelmelidir.
Adresimiz: İstiklal Mah. Atatürk cad. No:144/A Odunpazarı/ESKİŞEHİR
Göğüs duvarını torakal vertebralar ile sternum kemikleri arasında bilateral olarak bulunan kostalar oluşturur. Herbir kosta kendisi ile ilgili vertebra ile sinovial tarzda eklemleşme oluşturur. Sternum ile ilişkisi olan kostalarda yine sinovial tarzda eklemleşme oluştururlar. Kostalar lineer olarak dışa doğru kavis yaparlar ki kostokondral birleşme noktaları bu kavis bölgesindedir.
Kostalar, torakal ve sternal vertebralar ile oluşturdukları eklemlerin hareketi ile inspirasyon sırasında kraniodorsal yönde hareket ederek göğüs boşluğunun genişlemesine, ekspirasyon sırasında ise kaudoventral yönde hareket ederek göğüs boşluğunun normal genişliğini almasına neden olurlar.
Evcil hayvanlarda göğüs bölgesinin muayenesi göğüs duvarının ve göğüs boşluğundaki anotomik yapılar (trahea, bronş, bronşioller, akciğerler, kalp ve vasküler yapılar, mediastinum, oesofagus, diaframa)’ın muayeneleri oluşturur.
Göğüs duvarı ve boşluğunun muayenesi bazı cerrahi lezyonların, özellikle de kalp ve akciğerlerin hastalıklarının değerlendirilebilmesi için önemlidir. Ayrıca mediastimunda bulunan yapılar (thymus bezi, kalp, trachea, oesophagus, lenf nodülleri, kalbe giren ve çıkan damarlar)’ın hastalıklarının değerlendirilmesi içinde önemlidir. Bu amaçla, dikkatli ve doğru bir anamnez ile başlatılan muayene göğüs duvarının inspeksiyonu, palpasyonu ve perküsyonu ile göğüs boşluğundaki akciğer ve kalp seslerinin oskültasyonu ile sürdürülmelidir.
Göğüsün latero-lateral ve ventro-dorsal/dorso-ventral pozisyonlarda radyografilerinin değerlendirilmesi yukarıda bahsedilen anatomik yapıların patolojik hastalıkları hakkında önemli bulgular sağlar. Ayrıca göğüs’ün ultrasonoğrafik değerlendirilmeside yapılmalıdır. Pleural aralıktaki effüzyonların klinik ve laboratuvar muayeneleri için zorunlu durumlarda thoracosentesis uygulanmalıdır.
Hayvanlarda akut solunum sıkıntısı genellikle birden bire pleural aralıkta sıvı ya da hava birikmesi ile ilgili olabilir. Hayvanın yan tarafına yatması ile solunum sıkıntısının artması, sternoabdominal pozisyonda yatması ya da ayakta durması ile bu sıkıntının görülmemesi ve hayvanın bu pozisyonlarda kalmayı ya da yatmayı tercih etmesi pleural aralıkta hava varlığının ya da sıvı effüzyonunun fiziksel bulgusu olarak kabul edilir.
Göğüs Bölgesinin Muayenesi
Bazı vakalarda hayvanın dirseklerini abduksiyon pozisyonunda tutması, aynı zamanda baş ve boynunu ekstensiyon (opistotonus) pozisyonunda tutması solunum sıkıntısının fiziksel bulgusu olarak kabul edilir.
Göğüs duvarının inspeksiyonu simetrik bir şekilde yapılmalıdır. Göğüs bölgesinin muayenesi göğüs duvarındaki kontüzyon, laserasyon, sıyrık, yüzlek ya da derin yaralar, şişkinlikler, fistül deliği ve akıntılar ile solunum sırasındaki normal ve anormal hareketler inspeksiyonla belirlenebilir. Göğüs duvarındaki anormallikler ventilasyon mekanizmasını değiştirir ve solunum sisteminde fonksiyon bozukluklarına neden olabilir.
Göğüs duvarının palpasyonu önden arkaya ya da arkadan öne doğru dikkatli bir şekilde yapılmalıdır. Palpasyonda kostaların anatomik bütünlüğündeki bir bozulma, kosta uçlarının içe ya da dışa doğru yönelmesi, bölgede bir çöküntünün, deformasyonun, hatta krepitasyonun belirlenmesi kosta kırığını tanımlarken kırık bölgesinde belirgin bir yumuşak doku şişkinliği de belirlenir. Palpasyonda; özellikle genç hayvanlarda, kostakondral bölgede sıra şeklinde sert hipertrofik düğümçüklerin belirlenmesi kemik metabolizma hastalıklarından raşitizmayı akla getirir. Göğüs duvarı ayrıca interkostal kas rupturları, subkutan anfizem ve göğüs duvarı kitleleri yönünden dikkatli palpe edilmelidir.
Göğüs duvarının oskültasyonu ve perküsyonu akciğar ve pleural aralıktaki hastalıkların değerlendirilmesinde ve belirlenmesinde başvurulan iki önemli diagnostik metottur. Sternoabdominal pozisyonda yatan ya da ayakta duran bir hayvanın göğüs duvarının oskültasyon ve perküsyon bulguları pleural boşluk ve akciğer hastalıkları hakkında önemli ipuçları verir. Dikkatli bir değerlendirme yapılabilmesi için oskültasyon ve perküsyonun bilateral olarak yapılması gereklidir.
Oskültasyon sırasında hayvanın ağzının ve burun deliklerinden birinin kapatılması hayvanın daha derin solunum yapmasına dolayısı ile de akciğerlerdeki anormal seslerin değerlendirilmesine yardımcı olması bakımından faydalıdır.
Oskültasyonda inspirasyon ve ekspirasyon sırasında sert-kuru akciğer seslerinin duyulması bronşial yangıyı (bronchitis), nemli ve hırıltılı sesler ise bronşial infiltrasyonu belirler. Sadece inspirasyon sırasında krepitasyonlu sesin duyulması ise infiltrasyonla dolu alveollerin varlığını tanımlar. Oskültasyonda sürtünme seslerinin duyulması minimal seviyede pleural effüzyonlu pleuritisi belirlerken solunum ve kalp seslerinin net alınamaması, hayvanın pozisyonuna bağlı akciğer seslerinin değişmesi pleural effüzyonun önemli klinik bulgusu olarak yorumlanır.
Perküsyon yalnız uygulandığı zaman yanıltıcı olabilir. Perküsyon plesimetre ve perküsyon çekici ile yapılabildiği gibi perküsyon yapılacak yere plesimetri gibi konan sol elin işaret ve orta parmağı üzerine sağ elin fleksiyon pozisyonunda tutulan işaret ve orta parmağının perküsyon çekici gibi vurulması ile gerçekleştirilir.
Perküsyonda belirlenen mat, donuk ses pleural aralıkta sıvı (hydrothorax, chylothorax, pyothorax, haemothorax gibi) ya da kitle (hernia diaphragmatica, lumeni gaz ile dolu mide hariç) varlığına yorumlanırken, timpanik, açık ses ise pleural aralıkta hava varlığına (pneumothorax) ya da lumeni gaz ile dolu midenin fıtıklaşması (h. diaphragmatica)’na yorumlanır. Pleural aralıkta sıvıdan şüphelenilen durumlarda perküsyonun genellikle hayvan ayakta iken bilateral olarak yapılması tercih edilir.
Göğüs duvarının oskültasyonunda akciğer seslerinin normal ya da artmış olarak belirlendiği dorsal alan ile akciğer seslerinin azaldığı ya da kaybolduğu ve kalp seslerinin boğuk olarak duyulduğu ventral alanı bir birinden ayıran sıvı bir hattın varlığının belirlenmesi ve belirlenen bu sıvı hattın üstünün perküsyonunda açık, net ses, alt tarafın perküsyonunda ise mat, donuk sesin belirlenmesi pleural effüzyon (hydrothorax, chylothorax, neoplastıc effusion, pyothorax, haemothorax gibi) varlığına yorumlanır.
Göğüs duvarının oskültasyonunda ventralde normal akciğer ve kalp sesleri ile dorsalde azalmış ya da kaybolmuş akciğer seslerini bir birinden ayıran bir hattın varlığı ve bu hattın üst tarafının perküsyonunda artmış açık, timpanik ses, alt tarafının perküsyonunda ise normal açık, net sesin belirlenmesi pleural aralıkta hava varlığına (pneumothorax) yorumlanır.
Göğüs duvarının bir yarımının oskültasyonunda azalmış ya da kaybolmuş akciğer ve kalp sesleri dışında bağırsak seslerinin duyulması, perküsyonda ise donuk ve mat sesin, bazen de açık ve timpanik sesin (lumeni gaz ile dolu midenin) belirlenmesi yanında göğsün diğer tarafının oskültasyonunda ise bronkoalveolar ve kalp seslerinin artmış olarak belirlenmesi hernia diaphragmatica’ya yorumlanır.
Hava ile dolu akciğerlerin çok iyi pozitif kontrast vermeleri nedeni ile toraks radyografisi, göğüs duvarı ve intratorasik yapıların değerlendirilmesinde önemli diagnostik tekniklerden biridir. Toraksın radyografisi çoğunlukla lateral (latero-lateral), ventro-dorsal ve dorso-ventral pozisyonlarda alınır. Hekimin isteği doğrultusunda değişik pozisyonlarda da toraksın radyografisi alınabilir. Normal toraksın radyografisi inspirasyon sonunda alınmalıdır. Normal toraks radyografisinde akciğer alanları koyu dansite gösterirken akciğerlerle ilgili vasküler yapıların detayları çoğunlukla kaybolur.
Yan yatmış bir hayvanın lateral göğüs radyografisinde alt tarafta kalan akciğer lobunun inspirasyonda zayıf havalanmasından dolayı radyografide daha belirgin olan üstteki akciğer lobudur. Ayrıca vasküler ve intersitisyel yapıların daha belirgin görüldüğü akciğer lobunun üstteki akciğer lobu olması nedeniyle lateral pozisyonun belirlenmesinde ve değerlendirilmesinde bunun dikkate alınması gerekir. Lateral pozisyonlarda bazı lezyonların süperpoze olmalarından dolayı yanlış yorumlanmaya neden olunmaması için ventro-dorsal ya da dorso-ventral pozisyonda ikinci bir filiminde alınması gereklidir.
Toraksın radyografisi ile kosta kırıkları, çatlakları, deviasyonları, sternum ve torasik vertebralarla ilgili kırık, spondylitis, spondylosis, osteomyelitis ve deformasyonlar, trakea, bronş ve bronşioller ve akciğer dokusu ile ilgili hastalıklar, kalp ve vasküler yapılarla ilgili hastalıklar, torokal ösefagus ile ilgili hastalıklar, diafragma bütünlüğündeki bozukluklar ile pleura, pleural aralık ve mediastinumdaki hastalıkların değerlendirilmesi yapılır.
Trakea, toraksın lateral radyografisinde çok kolay görünür. Trakea lumeninin daralması trakeal kollapsa, yerinin değişmesi trakeal deplasmana (deviasyonu), halkalarının belirgin beyaz görüntü (radiodensite) vermesi trakeal kalsifikasyona ve peritrakeal doku aralıklarında havanın bulunduğunu gösteren sınırlı ya da yaygın siyah alanın (radiolusent) görülmesi ise trakeal ruptura yorumlanır.
Normal bir toraks radyografisinde bronşlar hilus bölgesinde görülebilirken bronşioller vasküler yapılar nedeni ile ayırt edilemezler. Akciğer sahalarının radiolusentindeki azalmalar bronş ve bronşiollerle ilgili yangıları, özellikle de kronik yangıları tanımlarken, halka ya da yüksük gibi radiodensite görünümleri peribronşial infitrasyona yorumlanır. Bronş ve bronşiollerdeki genişlemeler (bronchiectasi)’in belirlenebilmesi için bronchography uygulanmalıdır.
Akciğerler sağ ve sol akciğer olmak üzere ikiye ayrılırken, sol akciğer kranial, medial ve kaudal üç loba, sağ akciğer ise kranial (apikal), medial (kardiak), kaudal (diaframatik) ve aksesuar (intermedier) olmak üzere dört loba ayrılır.
Alveoller ve bronşioller içindeki hava çok iyi kontrast verdiğinden radiolusent görünüm belirgindir. Radiolusent alanlarda en göze çarpan özellik radiodensite ile belirlenebilen pulmoner damarlardır. Pulmoner damarlar arka planda hava ile dolu akciğerler nedeni ile açık bir şekilde görünürler. Akciğer loplarının havalanması herhangi bir nedenle azalır ya da engellenirse pulmoner damarların görünümünün ayırt edilmesi güçleşir.
Akciğerlerin normal görünümleri dışında genellikle bulanık, kenarları düzensiz ve belirsiz yama gibi ya da kuş tüyü gibi görünüm(ler) değişik nedenlere bağlı eksudatif infitrasyona neden olan pneumonilere yorumlanır.
Akciğerlerin radyografisinde soliter tipte ya da multiple özellikte nodüler dansite artışı gösteren yapılar akciğer tümörlerine yorumlanırken, içerisinde sıvı dansitesi ile hava kontrastının miks olarak belirlendiği nodüler yapı(lar) akciğer abse’sine yorumlanır. Akciğerler metastazların en fazla olduğu dokulardır. Metastaz olup olmadığının değerlendirilmesinde primer malign neoplazmanın histopatolojik muayenesininde değerlendirilmesi ve birlikte yorumlanması gerekir. Fakültemiz kliniklerinde primer neoplasmaların meme dokusunda bulunduğu iki dişi köpekte multiple özellikte nodüler dansite artışı gösteren metastazik pulmoner neoplazi olguları değerlendirilmiştir.
Torasik ve abdominal kaviteleri ayıran ve muskulotendinöz bir yapıda olan diaphragma toraksın radyografisinde göğüs içinde bir kubbe gibi görünür. Diafragmanın görünüşü hayvanın pozisyonuna, solunum siklusunun süresine, röntgen ışınlarının projeksiyon pozisyonuna ve hayvanın zayıf ya da şişman oluşuna göre değişir. Normal olarak sağ tarafına yatmış hayvanlarda diafragma sınırları az çok bir birine paralel olarak görünürken, sol tarafına yatırılmış hayvanlarda ise vena cava caudalis seviyesinde diafragma hatlarının keşiştikleri görülür. Yan yatırılmış hayvanlarda alınan lateral toraks radyografisinde önde kalan hemidiafragma çizgisi alt tarafta kalan hemidiafragmanındır. Ventro-dorsal ya da dorso-ventral pozisyonlardaki görünümlerde ise sağ ve sol diafragma çizgileri belirgin olarak görülür.
Toraksın lateral radyografisinde diafragmada defekt, geçit, perforasyon belirlenmesi ve perforasyon yerinden abdominal kavitedeki organlardan birinin ya da birkaçının toraks kavitesine geçtiğinin belirlenmesi hernia diaphragmatica’ya yorumlanır. Hernia diaphragmatica’da diafragma sınırlarının kaybolduğu, intratorasik dansitenin artması nedeniyle diafragma, akciğerler ve fıtıklaşan organlar (karaciğer, mide, bağırsak, omentum) arasındaki kontrastın parsiyel ya da total olarak kaybolduğu görülür. Toraksın direkt radyografisinde, lumenlerinde gaz bulunan mide ve bağırsakların intratorasik olarak belirlenmesi ya da endirekt gastrointestinal radyografide ise kontrast madde olarak verilen baryum sülfatlı mide ve bağırsakların toraks kavitesinde görülmesi hernia diaphragmatica’yı kesin olarak tanımlar.
Hernia diaphragmatica’da toraks içinde transudat birikimi, fıtıklaşan karaciğerin boğulduğuna ve/veya vena cava caudalis drenajının engellendiğine yorumlanır. Bu durumda toraks içindeki detayların kaybolduğu görülür.
Normalde toraks radyografisinde görülmeyen pleura, kronik pleuritiste fibröz özellik kazanıp kalınlaşmasından dolayı görülebilir. Pleual aralıkta az miktarda bulunan sıvı effüzyonları torasik radyografide belirlenmesi oldukca zordur. Orta büyüklükteki bir köpekte yaklaşık olarak en az 100 ml kadar olan pleural sıvı varlığı toraks radyografisinde belirlenebilir. Mediastinal yapılar normalde yumuşak doku dansitesine sahiptirler.
Toraksın lateral (ayakta) radyografisinde göğüs boşluğunun ventralinde sternum ile akciğer lopları arasında göğüs duvarı ile akciğer lopları arasındaki mesafenin artması, akciğer lopları arasındaki yarıkların (interlober fissur) genişlemesi, kalp ve diafragmanın görünümünün parsiyal ya da total olarak kaybolması, ayrıca toraksın ventro-dorsal ya da dorso-ventral radyografilerinde ise göğüs duvarı ile akciğer kenarları arasındaki aralığın genişlemesi ve interlober fissurlar içine doğru yayılan homojen özellikte sıvı dansitesinin belirlenmesi pleural bir effüzyonun varlığına yorumlanır. Lateral pozisyonda yatırılmış hayvanlarda ise pleural sıvı kaudal akciğer loplarının dorsalinde görülebilir. Toraks içindeki pleural sıvının daha belirgin görülebilmesi için ayakta lateral radyografik görünüm daha yararlı olabilir.
Toraks içindeki herhangi bir pleural effüzyonun niteliği; hydrothorax, haemothorax, chylothorax ya da pyothorax olup olmadığı, radyolojik olarak ayırt edilemez. Pleural effüzyonun niteliği ancak iğne thoracosentesisi ya da torakostomi tüp ile aspire edildikten sonra belirlenebilir.
Toraksın değişik pozisyonlardaki radyografilerinde, özellikle akciğerin perifer kısımlarında, interpulmoner radiolusent görünümden daha belirgin radiolusent görünüm pleural aralıkta serbest hava varlığına yorumlanır ki, bu pneumothorax’ı tanımlar. Lateral görünümde kalbin apeksinin sternumdan, arka akciğer lob kenarının diafragmadan, orta akciğer lob kenarlarının torasik vertabralardan uzaklaştığı belirlenir. Bazen akciğer lobları arasın (interlober fissur)’da bulunan serbest havanın, çizgi şeklinde radiolusent görünüm verdiği belirlenir. Ventro-dorsal ya da dorso-ventral pozisyonlarda pleural aralıkta belirlenen serbest hava, herbir hemitoraksta akciğer kenarları ve göğüs duvarı arasında görülebilir.
Toraksın ventro-dorsal ya da dorso-ventral radyografilerinde mediastinumun tek yönlü olarak deplasmanı pleural kavitenin bir ya da her iki tarafındaki anormallikleri, akciğer lobunun kollapsını, pneumothorax, h. diaphragmatica ya da adezyonları akla getirir.
Toraksın lateral direkt radyografisinde torasik ösefagusun trakeanın ve kalbin bazisinin dorsalinde radyopakt gıda maddeleri ya da hava ile veya her ikisi ile birlikte genişlemiş olarak görülmesi ösefagial akalasi(esohpageal achalasia) ya da megaösofagus tanımlar ki kesin tanı pozitif kontrast (baryum sülfat)’lı radyografide diafragmaya kadar genişlemiş ösefagusun gözlenmesi ile konulur.
Direkt ya da özellikle endirekt radyografide kalbin bazisinin kranialindeki ösefagus bölümünde dilatasyonun belirlenmesine karşılık kalbin bazisinin kaudalindeki ösefagusun normal olarak görülmesi aorta ve a. pulmonalis arasında bulunan ve ösefagusun üzerinden geçen ductus arteriosus (ligamentum arteriosum)’un ösefagusu sıkıştırarak oluşturduğu anormalliği; persistent right aortic arch, tanımlar. Dilate ösefagusun gıda materyali ile ya da ösefagal hava ile dolu olduğu ve trakeayı ventrale doğru deviye ettiği belirlenir.
Fakültemiz cerrahi kliniğine sütten kesildikten sonra aldığı katı gıdaları geri çıkaran ve bu şikayetinin 20 gündür devam ettiği bildirlen 70 günlük, dişi, 4 kg ağırlığında bir Alman kurt köpeğinin klinik muayenesinde servikal osefagusun sıvı-hava dolu, şişkin, gevşek bir kıvamda olduğu, gıda yedirme testinde aldığı gıdaları birkaç dakika sonra geri çıkardığı gözlenen köpeğin osefagusunun kontrastlı radyografisinde kalbin bazisinin ön tarafında kontrast maddenin biriktiği, osefagusun dilate olduğu ve eksplaratorik torakotomide osefagustaki striktür yerinde belirlenen ligamentum arteriosum ve sağ aortik kemer; persistent right aortic arch,’ serbest hale getirilerek osefagustaki striktür rahatlatıldı.
Torakosentezis, göğüs boşluğuna aseptik şartlarda yapılan bir parasentezistir ki hem teşhis hem de terapötik amaçla uygulanan bir metottur. Torakosentezis ile aspire edilen pleurak sıvıların klinikopatolojik analizleri (fiziksel değerlendirme, mikrobiyolojik kültür, sitolojik değerlendirme) pleural aralıktaki hastalıklar hakkında önemli ipuçları verir.
Torakosentezisten önce torakosentezis’i gerektiren hava ya da effüzyonların valığı ve lokalizasyonu radyografi ya da ultrasonoğrafi ile belirlenmelidir. Bu amaçla ventro-dorsal, dorso-ventrel ya da lateral pozisyonlarda alınan radyografilerden yararlanılır. Hayvan ayakta dururken alınan lateral radyografide pleural aralıktaki hava ya da sıvı varlığı kesin olarak belirlenebilirken, ventro-dorsal radyografi ile sıvı varlığı, dorso-ventral radyografi ile de hava varlığı belirlenebilir. Ultrasonoğrafi ile pleural aralıktaki anormal miktarda ki sıvı varlığı belirlenebilirken pleural aralıktaki hava varlığı ultrasonoğrafi ile belirlenemez.
Torakosentezis genellikle sedasyon gerektirmeden uygulanabilir. Huysuz hayvanlarda hafif bir sedasyon yapılması gerekebilir.
Pleural aralıkta ki sıvı ayakta duran ya da oturur (sternal) pozisyondaki hastanın 4. ile 7. interkostal aralığın ventral üçtebirinde toplanır. Bu durum dikkate alınarak torokosentezis uygulaması sırasında, pleural sıvının kolay alınabilmesi için hayvanın ayakta ya da oturur pozisyonda tutulması gerekir. Hayvanın lateral ya da dorsal pozisyonda yatırılması pleural sıvının alınmasını zorlaştırır. Pleural aralıkta ki hava ise, lateral pozisyonda yatan hastalarda toraksın orta bölümünde, ayakta ya da sternal pozisyonda bulunan hastalar da ise toraksın dorsal üçtebirinde toplanır. Torakosenteziste bu pozisyonlar dikkate alınmalıdır.
Kedi ve köpeklerde torakosentezis için sternumdan 6. ve 8. interkostal aralığı içine alacak şekilde proc. transversuslara kadar olan alan bilateral olarak traş edilir. Traş edilen bölgenin dezenfeksiyonu yapılır. Torakosentezis 7. ya da 8. interkostal aralıktan; tam kostokondral birleşme yerinin sınırına ya da hafif üst tarafından, yapılır. Bölgenin anestezisi, 2-3 ml %2’lik lidokain’in 25 numara iğne ile deri ve derialtı dokulara 0,5-1 cm derinliğinde ilerletilerek uygulanan küçük enjeksiyonlar ile oluşturulur. Bu uygulama ile torakosentezis sırasında oldukca duyarlı olan parietal pleuranın anestezisi de sağlanır.
Torakosenteziste kullanılan enjektör ile iğnesi arasına iki ya da üç yollu valfı bulunan setin takılması iatrojenik pneumotoraks oluşumunu engellemesi açısından yararlıdır. Torakosenteziste kullanılacak iğnenin büyüklüğü 21 numaradan 15 numaraya kadar olmalıdır. Büyük numaralı iğneler pleural aralıktaki hava ya da sıvının, özelliklede koyu purulent eksudatın kolaylıkla boşaltılması için tercih edilirken iatrojenik pneumotoraks riskini artırırlar. Küçük numaralı iğnelerin ise tıkanma riskine karşılık iatrojenik pneumotoraks’a neden olma riski azdır.
Şirurjikal olarak hazırlanan ve anestezi edilen interkostal aralığa iğne batırılır. Punksiyon sırasında her bir kostanın arkasında bulunan interkostal arterlerin korunmasına özen gösterilir. Punksiyonda dirençin kaybolduğu sırada şırınganın pistonu yavaşca geri çekilerek, aşırı vakum oluşturmadan, sıvı örnekleri elde edilir ya da pleural aralıktaki hava uzaklaştırılır. Hava ya da sıvı çıkışı sağlandıktan sonra iğne daha ileri ilerletilmemelidir. Ayakta tutulan ya da sternal pozisyonda yatırılan hayvanlarda torakasentezis iğnesinin kranio-ventral yönde yönlendirilmesi pleural boşluktaki sıvının aspirasyonunu/akışını kolaylaştırırken, kranio-dorsal ya da kaudo-dorsal yönde yönlendirilmesi ise havanın çıkışını kolaylaştırır. Aspire edilen sıvı EDTA (ethylenediamine tetra-acetic acid)’li tüplerde analizler için toplanır. Sıvı örnekleri aspire edilmez ise iğne veya kateter geri çekilerek yeniden uygulanır. Enjektör pistonu zorla çekilerek aşırı vakum yapılmaktan kaçınılmalıdır. Vakumun artırılması iğne içine pleuranın, akçiğer dokusunun ya da fibrinin girmesine neden olarak istenmiyen travma oluşumuna, kanülün tıkanmasına ve sıvının aspire edilememesine neden olur.
Torakosentesis sırasında akçiğerin travmatize olmasını engellemek için kanül olarak meme sondası kullanılabilir. Pleural effüzyonun aspirasyonu sırasında enjektörün manüplasyonu ile kanülün hareket etmesini önlemek için kanül ile enjektör arasına ilave kauçuk tüp takılabilir.
Farklı bir uygulama olarak torakosentezis sırasında interkostal aralığa dik olarak iğne batırıldıktan ve parietal pleurayı geçtikten sonra iğne ile birlikte enjektör karın duvarına paralel gelecek şekilde eğilir. Aynı zamanda hasta, torakosentez yapılan taraf alt tarafa gelecek şekilde yan yatırılır ise, pleural aralıktaki effüzyonun kolay bir şekilde aspire edilmesini, aynı zamanda da iğnenin akciğeri yaralaması önlenmiş olunur.
Pleural drenajın uygulanmasında farklı bir yöntem olarak torakostomi tüp (thoracostomy tube) uygulaması yapılabilir. Özellikle, pleural effüzyonun sürakli biriktiği ve tekrar tekrar torakosentezis uygulaması gerektiren hastalarda torakostomi tüp uygulaması endikedir. Torakostomi için kullanılacak tüp fleksibil olmalı. Bu özellikte silikon ya da polyvinyl torakostomi tüpleri mevcuttur. Tüpün yeterli drenajı sağlayacak iki ya da üç deliği bulunmalıdır. Hastada kullanılacak tüpün çapı, radyografi ile belirlenen bronş çapında olması daha uygun olur. Kırmızı kauçuk besleme tüpleri, silikon ya da polyvinyl torakostomi tüplerine oranla daha fazla reaksiyon oluşturmasına rağmen, uzun süreli pleural boşaltmada kullanılmadığı sürece ekonomik yönden silikon ya da polyvinyl tüplere alternatif olarak kullanılabilir.
Torakostomi tüpü, kritik olan hasta hayvanlara anestezisiz uygulanabilir. Gerekirse lokal interkostal sinir blokajı yapılabilir. Torakostomi tüpü uygulanacak tarafta, toraksın lateralinin traş ve dezenfeksiyonu yapılır. Göğüs duvarının dorsal üçtebirinde, 10. ile 12. interkostal aralık seviyesinde, küçük bir deri ensizyonu yapılır. Uzun bir sitile ya da hemostatik pens kullanılarak ensizyon yerinden kranioventral yönde 3. ile 4. interkostal aralığa kadar küt diseksiyonlarla bir deri altı tüneli oluşturulur. Daha sonra bu tünel içinden tüp, stile ile ya da hemostatik pens ile 7. ya da 8. interkostal aralığa kadar dikkatlice ilerletilir. Bu seviyede, stilenin keskin ucu ile interkostal aralık dikkatlice geçilirken tüp karşı omuz doğrultusunda ilerletilir. Tüp, 3. ile 4. interkostal aralığa kadar önceden belirlenen uzunluk kadar kranioventral pleural aralığa kadar ilerletilir. Tüp, bir dikişle deriye tutturulur. Tüpün uygulandığı yere, bakteri girişi ve hava birikmesini önlemek için antibiyotikli bir merhem sürülür. Tüp basit bir pansumanla korunur.
Pleural aralıktaki effüzyon ya da hava varlığı hastanın yaşamını olumsuz yönde etkilemiyorsa pleural drenaj aralıklı olarak, hastanın yaşamını olumsuz yönde etkiliyorsa pleural drenaj sürekli olarak uygulanır. Torakostomi tüpünün ucu, su ile doldurulmuş basit bir şişe içine 3 –5 cm kadar pleural aralıktaki sıvı ya da havanın drenajına imkan verecek şekilde sokulur. Şişe içindeki sıvı ya da havanın pleural aralığa geri kaçmaması için şişenin, hayvandan en az 20 cm aşağıda tutulması gerekir. Pleural effüzyon ya da havanın tamamen uzaklaştırılmasından sonra torakostomi tüpü uzaklaştırılır.
Torakosentezis ya da torakostomi ile pleural aralıktan aspire edilen effüzyonun makroskopik görünümündeki saf, temiz transudat hidrotoraks’a, donuk, süt gibi beyaz ya da sarı lenf sıvısı şilotoraks’a, irinli koyu, beyaz, sarı, yeşil ya da kırmızı eksudat piyotoraks’a (empiyem), kan veya kanlı eksudat hemotoraks’a yorumlanırken, hava ya da gaz ise pneumothorax’a yorumlanır. Ayrıca pleural aralıktan aspire edilen ya eksudatif ya da transudatif özellikte olan ve sitolojik muayenede neoplastik hücreler (prolymphocytes, lymphoblast) bulunduran sıvı neoplastik effüzyon olarak isimlendirilir.
Hidrotoraks durumunda hasta, hipoproteinemi (hypoalbuminemia), özellikle de nefropatilere ve enteropatilere bağlı protein kaybı yönünden, karaciğer yetersizliği, beslenme bozukluğu ve şiddetli yangısel effüzyonlar yönünden muayene edilmelidir. Ayrıca pulmoner ya da sistemik kapillar hidrostatik basıncın bozukluğu, konjesif sağ ve sol kalp yetersizliklerinin hidrotoraksa neden olduğu da düşünülmelidir. Hidrotoraks durumunda göz önünde bulundurulması gereken diğer bozukluklar, venöz ve lenfatik drenajın obstruksiyonuna neden olan hernia diafragmatika da fıtıklaşan abdominal organların miktarı ve karaciğerin inkerserasyonu ile akciğer lobunun torsiyonu hatırlanmalıdır.
Pleuritis ve piyotoraks durumlarında hasta bakteriyel, viral, paraziter, fungal ve travmalar yönünden değerlendirilmelidir. Piyotoraksın en önemli nedenini bakteriyel kontaminasyonun kaynağını oluşturan göğüs duvarı ve ösefagusun perfore yaralanmaları, göğüs boşluğuna ulaşan yabancı cisimler ve mediastinal enfeksiyonlar ile diğer sistemik bakteriyel enfeksiyonların hematojen yayılması oluşturur ki hasta, bu açıdan dikkatli muayene edilmelidir.
Şilotoraks varlığında hasta, ductus thoracic’in konjenital anomalileri, ductus thoracic’in dilatasyonu (lymphangiectasia) ya da obstruksiyonu, lymphoma, vena cava’nın thrombosisi, dirofilariasis, kranial mediastinal kitleler, akciğer lobu torsiyonu, sağ konjessiv kalp yetersizliği (kardiyomiyopatiler, perikardial effüzyonlar), dilate olmuş ductus thoracic’in küt ya da penatre yaralanmaları ile travmatik hernia diafragmatika’ya bağlı rupturu yönünden muayene edilmelidir.
Hemotoraks durumlarında hasta, kosta kırıklarını içeren travmatik toraks yaralanmaları, hatalı torakosentezis ya da torakotomi sırasında bir arteria interkostalis’in yaralanması ile oluşan primer kanamalar, trombositopeni, varfarin zehirlenmesi ya da disseminant intravasküler koagülasyona bağlı koagülopatiler, torasik damarların neoplastik infiltrasyonuna bağlı damar rupturları, aorta ve arteria pulmonalis duvarında bulunan Spirocerca lupi ve Dirofilaria immitis parazitlerinin damar duvarında oluşturdukları patolojik değişikliklere bağlı spontan kanamalar yönünden muayene edilmelidir.
Neoplastik effüzyon durumlarında ise toraksta lokalize olmuş primer ya da metastatik neoplazmalar; lymphosarcoma, pulmonary carcinoma, metastatic carcinoma ve hemangiosarcoma, yönünden hastanın özellikle radyolojik ve sitolojik muayenelerinin yapılması gerekir.
Pneumotoraks varlığında hasta, pleural boşluğa atmosferik havanın girmesine neden olan göğüs duvarının perforasyonu ile bronkus, trakea, ösofagus ve akciğer paranşiminin rupturu yönünden muayene edilmelidir. Ayrıca travmalarla ilgili olduğu düşünülen ve viseral pleura içinde havanın lokalizasyonu ile oluşan pulmonar kabarcıkların ya da mediastinumda patolojik nedenlere bağlı olarak gelişebilen pneumomediastinumun rupturlarının da spontan pneumotoraks’a neden olabileceği de dikkate alınmalıdır.
Adresimiz: İstiklal Mah. Atatürk cad. No:144/A Odunpazarı/ESKİŞEHİR
Baş boyun muayenesi ile kaidesinden göğüs başlangıcına kadar olan bölgedir. Bu bölgenin muayenesinde, hava keseleri (sadece equidelerde), farenks, lenf bezleri, larenks, trachea, oesophagus, vena jugularisler, ense bölgesi (regio atlantooccipitalis), boyun kasları, ligamentum nuchea ve servikal vertebralar şirurjikal hastalıklar yönünden muayene edilmelidir.
Equidelerde baş boyun geçiş bölgesi olan regio parotidealar da parotis bezi dışında hava keseleri bulunur. Dolayısıyla, bu hayvan türlerinde, bu bölgelerdeki yangısel şişkinliklerin parotis bezi hastalıkları ile karıştırılmaması gerekir. Unilateral ya da bilateral parotis bölgesindeki yangı ile ilgili lokal klinik bulgulara ilaveten köpüklü burun akıntısının gözlenmesi, bazende alınan gıdaların bir kısmının burun deliklerinden gelmesi (regurgitasyon)’nin gözlenmesi yangının hava kese(ler)inde olduğuna yorumlanır.
Farenks ve larenks birbirine yakın yapılar olup, birindeki yangının diğerini etkilemesi kaçınılmazdır. Boynun üst ventral kısmının derin palpasyonunda duyarlılık ve lokal ısı artışının belirlenmesi farenks ya da larenksin veya her ikisinin yangısına yorumlanır. Farenks ve larenks’in en iyi muayenesi ağız açıldıktan ve dil yakalanıp ileri doğru çekildikten sonra, bölgenin iyi bir şekilde aydınlatılması ile yapılır. Bu amaçla larengeskope kullanılır. Larenks ve farenks, mukozalarındaki renk değişiklikleri, şişkinlikler, larenks lumenindeki daralmalar, ligamentum vokaleler, morgon poşundaki değişiklikler ve tümöral oluşumlar yönünden muayene edilir. Ayrıca, epiglottis ve palatinum molle’nin muayeneleride yapılır.
Baş boyun muayenesi
Boynun üst ventral kısmında bulunan retrofarengeal lenf bezlerinin palpasyonunda lokal ısı artışı, duyarlılık ve şişkinlik belirlenmesi bu bezlerin yangısına (adenitis) yorumlanır. Bu bezlerin yangısel şişkinlikleri, daha çok bölgede bulunan yumşak ve sert dokulardaki her türlü yangıların ortak bir klinik bulgusu olarak değerlendirilir.
Sığırlarda boynun üst ventral kısmında bulunan bütün anatomik oluşumların; mandibula, farenks, larenks, lenf bezleri, trachea ve çevre yumşak dokuların, aktinomikoz ya da aktinibasilloz ile ilgili şişkinlikleri gözlenebilir ve palpe edilebilir. Bu açıdan, bu bölgedeki şişkinliklerin çok dikkatli inspeksiyonu, palpasyonu, anatomik yerleşim yerleri ve diagnostik punksiyon içerikleri ile hastadaki klinik bulgularının değerlendirilmesinin yapılması gerekir. Sığırlarda maksilla ya da mandibula üzerinde zamanla gelişen, büyüyen ve deformasyona neden olan, asimetrik bir yüz görünümü oluşturen, palpasyonda sert ve hareketsiz belirlenen apse ve fistül oluşumları ile karakterize lezyonlar aktinomikoza yorumlanır. Aktinomikoz, bütün hayvan türlerinde oluşursa da en fazla sığırlarda görülen kronik, progressiv, indurasyonlu, granulamatöz, suppurative, apse ve fistüller ile karakterize bir enfeksiyondur. İhtiyaç durumunda radyolojik muayenelere başvurulabilir.
Trachea buyun bölgesinde muayenesi yapılması gereken soluk borusudur. Hastadaki ses anormalliklerinde tracheanın da palpasyonu, askultasyonu, endoskopisi ve radyografisi değerlendirilir. Trachea halkalarının bütünlüğü, duyarlılığı palpasyonla, mukozasında ödematöz şişkinlik bulunup bulunmadığı, lumeninde genişleme (tracheal kollaps) ve daralma (tracheal stenoz)’nın olup olmadığı endoskopik muayene, kıkırdaklarında kalsifikasyon ve mukozasında şişkinlik bulunup bulunmadığı radyolojik muayene yöntemleri ile belirlenir.
Trachea’nın proksimalinde 5. ve 8. trachea halkaları seviyesinde bilateral olarak bulunan glandula thyroidea’ların muayenesi klinik önem taşır. Normalde, palpasyonla belirlenemeyen bu bezler, yangıları (thyroiditis) ya da hormonal bozukluklara bağlı hipertrofilerinde (guatr, struma) belirgin olarak büyüdükleri görülebilir veya palpe edilebilirler. Bu bezlerin hastalıkları ile ilgili olarak, radyolojik, ultrasonoğrafik, sintigrafik ve tiroid hormonları (T3, T4)’nı içeren laboratuvar muayenelerinin, gerekirse alınacak biopsi örneklerinin histopatolojik tetkiklerinin de yapılması gerekir.
Boynun sol tarafında, ventralde, sulkus jugularis içinde seyreden ösefagusun muayenesi dış hastalıklar açısından önemlidir. Ösefagus yabancı cisimler, lumeninde çepeçevre genişleme (oesophagus dilatation, megaoesophagus), tek taraflı genişleme (oesophagus diverticulum) ve daralma (oesophagus stenozu), mukozasındaki yaralar ve ülserler ile fistül yönünden muayene edilmesi gerekir. Bunun için, direkt inspeksiyonu, direkt ve endirekt (sondalama) palpasyonu, direkt ve endirekt (baryum sülfatlı) radyografisi ve endirekt inspeksiyon (endoskopi)’u yapılmalıdır. Ösefagus, servikal ve torakal bölgelerde bulunur. Servikal ösefagusta sert, yumru yabancı cisimlere bağlı oluşan tıkanıklıklar ile ilgili şişkinlikler direkt inspeksiyonla görülebilir ve palpasyonla belirlenebilirler. Torakal ösefagustaki tıkanıklıklar ise sadece endoskopi ya da direkt veya endirekt radyografilerle belirlenir.
Sol sulkus jugularis üzerinde içerisinden özellikle yem yeme ve su içme sırasında yutulan besinler ve içilen suyun bir kısmının geldiği, diğer zamanlarda ise salya ile karışık irinin sızdığı kronik yaralar ösefagus fistülüne yorumlanır.
Boynun sağ ve sol sulkus jugularisleri içinde seyreden vena jugularisler; hatalı ya da aseptik olmayan enjeksiyonlara bağlı, yangı (phlebitis, periphlebitis, thrombophlebitis) ve fistül yönünden muayene edilmelidir. Vena jugularis üzerinde belirlenen kordon şeklindeki sert, ağrılı flegmonlu bir şişkinlik phlebitise yorumlanır. Yangılanarak kordon şeklinde şişen vene jugularis üzerinde içerisinden hemopurulent bir akıntının gelmesi ise damar fistülüne yorumlanır.
Boynun ön dorsal kısmında bulunan ve regio atlantooccipitalis olarak isimlendirilen ense bölgesinin muayenesi, özellikle koşum takımlarının kullanıldığı atlarda önemlidir. Bu bölgede oluşan şişkinliklerin klinik açıdan önemi vardır. Şişkinlikler, bursa mucosae subligamentosae’nın her türlü yangıları sonucunda şekillenebilir. Ayrıca, bu bölgede bulunan ve boynun hareketlerinde önemli bir görevi olan ligamentum nuchae’nın lezyonları ile ilgili fistülüne rastlanabilir.
Boynun dorsal kısmında, ense bölgesinden cidago bölgesine kadar bulunan kılların (yelelerin), kıl köklerinin ve yağ bezlerinin yangıları ile ilgili akne (yağ bezlerinin yangısı), folliculitis (kıl folliküllerinin yangısı) ve çoğunlukla da yağ bezleri ve kıl folliküllerinin birlikte yangısı (frunkulosis) ile ilgili şişkinliklere rastlanabilir. Kır donlu atlarda, yine bu bölgede fındıktan ceviz büyüklüğüne kadar değişebilen melanom adı verilen tümörler görülebilir.
Büyük hayvanlarda Baş boyun muayenesi ile boyun kasları, intramuskuler enjeksiyonlar için uygundur. Hatalı, aseptik olmayan ya da irritan özellikteki solüsyonların kasiçi enjeksiyonlarına bağlı enjeksiyon yerinde ve çevresinde lokal sıcaklık ve ağrı bulunan yangısel (flegmon, apse) şişkinlikler oluşabilir. Bazen apselerin açılması ile içinden irin gelen fistül(ler) şekillenebilir.
Köpeklerde, boyun kaslarındaki atrofi ile birlikte çiğneme kaslarındaki atrofik durum myositis eosinophilica’yı hatırlatır ki, köpekte hastalıkla ilgili diğer bulguların (göz ile ilgili akut dönemde exophthalmos, kronik dönemde ise enophthalmos gibi) da değerlendirilmesi gerekir.
Boyunda bulunan servikal vertebraların kırık, çıkık, konjenital ve edinsel malformasyonlar (servikal spondylitis, spondylosis, diskospondylitis, spondyloarthritis) ve disk fıtıkları yönünden muayenesi özellikle küçük hayvanlarda önemlidir. Ayrıca bu lezyonlarla ilgili olarak nöral kanalda daralma (stenozis) oluşabilir. Bu lezyonların belirlenebilmesi için boyun bölgesinin lateral ve ventro-dorsal/ dorso-ventral direkt ve endirekt (servical myelography) radyografileri çekilmeli ve değerlendirilmelidir.
Bir köpekte kaudo servikal vertebral malformasyon-malartikülasyon vakasının radyolojik görünümü
Üç yaşına kadar olan taylarda ve iri yapılı büyük ırk köpeklerde yürüyüş sırasında, özellikle arka bacaklarda bir koordinasyon bozukluğu (ataksi), sallantılı yürüyüş ve adım boyunun uzaması (hipermetri), ön bacaklarda adım boyunun kısalması (hipometri) ile birlikte boynun bir yay gibi dorsal fleksiyon yaptığı gözlenirse bu durum taylarda Wobbler sendromu, “tay ataksisi”, köpeklerde ise servikal spondilopati ya da servikal vertebral malformasyon/malartikülasyon’a yorumlanır. Bu tipik klinik bulgular gösteren hayvanların özellikle koudoservikal vertebralarının malformasyonlar, dolayısı ile malartikülasyonlar yönünden değerlendirilmesi için lateral pozisyonda radyolojik değerlendirmeleri yapılmalıdır.
Baş boyun muayenesi boynun sağa ya da sola doğru bükülmesi tortikollis olarak isimlendirilir. Tortikollis boyun kasları ile ilgili ise myogen, boyun vertebraları ile ilgili ise osteogen, boyun vertebraları arasındaki eklemler ile ilgili ise arthrogen, sinirler ile ilgili ise neurogen ve bazı şirurjikal lezyonlar ile ilgili ise semptomatik tortikollis olarak isimlendirilir. Tortikollisin nedenini tam olarak belirlemek için boyundaki kasların, servikal vertebralar ve eklemlerin, servikal spinal kord ve perifer spinal sinirlerin inspeksiyon, palpasyon, nörolojik ve radyolojik muayenelerinin yapılması gerekir.
Boynun ileriye doğru gergin bir şekilde uzatılması opistotonus olarak değerlendirilir ki bunun, hayvanlarda solunumun sıkıntısının olduğu durumlarda, oesophagus’un yabancı cisimlerinde, pharyngitislerde, hava keselerinin yangılarında (equidelerde) ve serebellum’un rostral bölümündeki lezyonlarla ilgili olduğu düşünülür.
Adresimiz: İstiklal Mah. Atatürk cad. No:144/A Odunpazarı/ESKİŞEHİR
Üst solunum yollarının girişini oluşturan burun muayenesi, solunum sıkıntısı gösteren hayvanlarda önemlidir. Burun muayenesi, burun delikleri ve çevresinin muayenesi, burun mukozasının muayenesi, burun boşluğunun ve septum nasinin muayenesi, meatus nasilerin endirekt muayenesi, buruna komşu anotomik yapı ve boşlukların muayenesi, burun akıntılarınır klinik ve laboratuvar muayeneleri ile os nasalelerin ve sinus boşluklarının radyografik muayenelini içerir.
Burun delikleri ve çevresinin muayenesinde, burun deliklerinde darlık veya deviasyon bulunup bulunmadığına bakılır. Burun delikleri çevresindeki deri ve burun mukozasındaki yangısal ya da yangısal olmayan şişkinlikler burun deliklerinin daralmasına ve deviasyonuna neden olurken, n. fascialis’in unilateral felcinde aynı taraftaki burun deliği, sağlam tarafa doğru deviasyon gösterir. Burun deliklerindeki darlık ya da deviasyon, hayvanda inspiratorik ve ekspiratorik solunum stenozuna (nasal dyspneu) neden olur. Hayvanın solunum sesi değişir, ıslık, gürültü veya horultu sesi şeklinde duyulur.
Burun mukozasının direkt muayenesi en rahat atlarda yapılır. Bu hayvanların burun deliklerinin oldukca geniş ve esnek olması bu muayeneyi kolaylaştırır. Atlar ve diğer hayvanlarda burun mukozasının detaylı muayenesi endirekt inspeksiyon (rhinoscope)’la yapılır. Burun boşluğunun görülen kısımlarında normal mukoza pembemsi renktedir. Bu rengin dışındaki solgunluk ve kırmızılık (hiperemi) hastalık bulgusu olarak yorumlanır. Solgunluk hayvanın kansızlığına, kırmızılık ise burun mukozası yangısı (rhinitis)’na yorumlanır. Ayrıca burun mukozasında kanama odakları, ülseratif alanlar, nekroz odakları, proliferatif oluşumlar gözlenebilir.
Burun boşluğu ve septum nasinin muayenesi endirekt inspeksiyonla yapılır. Muayenede burun boşluğuna kaçan yabancı cisimler, parazitler, pıhtılaşmış kan kitleleri, tümöral oluşumların bulunup bulunmadığına bakılır. Ayrıca, septum nasinin bütünlüğüne ve üzerinde ülseratif odakların bulunup bulunmadığına dikkat edilir.
Burun Muayenesi
Burun boşluğu concha nasalis aracılığı ile üç kanal (meatus)’a ayrılmıştır. Dorsalde bulunan kanal; meatus nasi dorsalis, kör bir kese şeklinde sonlanır. Ortadaki kanal; meatus nasi intermedius, farenks’e açılır ve oldukca dardır. Ventralde yer alan kanal; meatus nasi ventralis, ise oldukca geniştir ve farenkse açılır ki, nasogastrik sonda uygulamaları için en uygun kanaldır. Bu kanalın normal olup olmadığı, anomal bir tıkanıklık ya da darlığın bulunup bulunmadığı sonda uygulayarak ya da laterolateral pozisyonda radyografi çekilerek kontrol edilir. Burun kemiklerindeki kırıkların iyileşmesi sırasında ki taşkın kallus oluşumları, concha kırıkları, deviasyonları ve tümörleri meatus nasi ventraliste darlığa ya da tıkanıklığa neden olurlar.
Burun boşluğu (nasal cavity)’na bir delik ya da yarık aracılığı ile açılan anatomik boşlukların, özellikle sinus boşluklarının, muayeneside önemlidir. Çünkü, bu boşluklarla ilgili fizyolojik ve patolojik akıntıların drenajı burun deliği ile olmaktadır. Kemik bir duvarla çevrili olan sinus boşluklarının muayenesi perküsyonla ve en emin olarakta radyolojik muayenelerle yapılır. Ayrıca burun akıntısının görünümü, kokusu ve laboratuvar değerlendirmeleri sinus hastalıkları hakkında önemli ip uçları verebilir. Sığırlarda, burun boşluğu ile ilişkisi bulunan frontal sinus boşluğu aynı zamanda boynuz boşluğu ile de ilişkilidir. Dolayısı ile boynuz kırıkları ile ilgili kanamalar ve gelişen sinüzitis frontalisle ilgili yangısel akıntılar burun boşluğundan dışarı drene olur. Maksillar premolar ve molar diş köklerinin içinde bulunduğu alveolar kemikler, maksillar sinus boşluğunda bulunurlar. Dolayısı ile bu diş kökleri ve alveolar kemikteki osteomyelitis ve osteolysis sonucu oluşan akıntılar maksillar sinus boşluğuna, oradanda burun boşluğuna geçerek dışarıya drene olurlar.
Burun muayenesinin en önemli aşamasını, burun akıntılarının değerlendirilmesi oluşturur. Çok iyi vaskülarize olan burun mukozası nemlidir. Normalde bir akıntı yoktur. Bir ya da her iki burun deliğinden az ya da çok, sürekli ya da kesik kesik, seröz, serö-müköz, müköz, purulent, muko-purulent, hemo-purulent ya da kanlı burun akıntısının geldiği görülebilir. Burundan gelen akıntılar burun boşluğu mukozasından, farenksten, sinuslardan, trachea ve alt solunum yollarından, ağız, oesophagus ve mideden kaynaklanabilir.
Burun deliklerinden birinden ya da her ikisinden kan gelmesine Burun Muayenesi burun kanaması (epistaksis, rhinorragia) adı verilir. Buruna isabet eden lokal travmalar, nasogastrik sonda uygulaması, yabancı cisimler, burun ve sinus kemiklerinin kırıkları, boynuz kırıkları, burun tümörleri, burun boşluğundaki parazitler burun kanamalarının önemli nedenleridir.
Burun Muayenesi burun deliklerinden müköz ya da muko-purulent akıntı gelmesi bakteriyel ve paraziter (koyunlarda oestrus ovis, köpeklerde linguatula rhinaria invazyonları) enfeksiyonlara, seröz burun akıntısı viral enfeksiyonlara yorumlanır. Şayet viral enfeksiyonlar bakteriyel enfeksiyonlarla kontamine olmuş ise burun akıntısı purulent ya da muko-purulent özellik kazanır. Muko-purulent burun akıntısı equideler ve sığırlarda sinüzitisler, equidelerde ise hava keselerinin yangısında daha çok gözlenir. Hava keselerinin yangılarında ki burun akıntısı çoğunlukla köpüklü bir özelliktedir. Tek taraflı burun akıntısı unilateral, iki taraflı burun akıntısı ise bilateral sinus ya da hava keselerinin yangılarını gösterir. Bu iki hastalıkta, başın aşağı eğilmesi ile burun akıntısında artış gözlenir. Equidelerdeki hava keselerinin yangılarında sinus hastalıklarından farklı olarak, gıda artıklarının burundan gelmesi (regurgitasyon) gözlenir.
Ayrıca, ağıza alınan gıdaların ya da sıvıların bir kısmının burun deliklerinden geldiği gözlenir. Regurgitasyon olarak isimlendirilen bu durum, equidelerde ve köpeklerde farengitis ve n. glossopharingeus’un felcinde, equidelerde hava keselerinin yangısında ve yeni doğan yavrulardaki palatochysis durumlarında gözlenir.
Adresimiz: İstiklal Mah. Atatürk cad. No:144/A Odunpazarı/ESKİŞEHİR
Sindirimin ilk başladığı yer olan ağız ve içindeki anotomik yapıların cerrahi hastalıklar açısından muayenesi önemlidir. Ağız boşluğunun muayenesi için ağzın açılması gerekir. Ağız, hayvan türlerinda farklı şekillerde açılır. Ağız açılmadan önce hayvanın mizacı hakkında hayvan sahibinden bilgi alınmalı ve hayvana daha sonra yaklaşılmalıdır. Hayvanın mizacı kötü ise hayvanın zaptı-raptı iyi yapılmalı ya da uygun bir sedasyon uygulanmalıdır. At ve sığır gibi hayvanlar varsa travay içine alınmalı, yoksa açık bir alanda gerekli tutma ve bağlama yapıldıktan sonra ağızları açılmalıdır. Buzağı, dana, koyun, keçi gibi küçük yapılı hayvanların ağızları kolaylıkla açılabilir. Köpek ve kedi gibi hayvanların mizaçları iyi öğrenilmeli, gerekir ise bu hayvanlarada uygun bir sedasyon uygulanmalıdır. Ağzın açılması ve ağız içinin muayenesi sırasında hekimin eldivenli ve maskeli olması gerekir.
Bir atın ağzının açılması sırasında veteriner hekim atın önünde durur. Bir eli ile atın yular ya da başlık ipinden tutarken diğer elini yandan; commissura labiorum’dan, ağız içine sokar ve dili tutar. Ağız içinde eli ile tuttuğu dili dikey pozisyona getirirken aynı elin baş parmağını açar ve damağa dayar. Bu durumda hayvan ağzını kapatamaz. Daha sonra yuları tutan eli ile alt çeneyi diğer taraftan tutar ve ağız açılarak muayene edilebilir.
Atlarda ağzın elle açılması dışında padan adı verilen metal aletlerle de ağız açılabilir. Bu amaçla atlar için iki çeşit padan yapılmıştır. Bunlardan biri çenenin bir yarımındaki alt (mandibular) ve üst (maksillar) premolar ve molar dişler arasına uygulanan Bayer padanı, diğeri ise maksillar ve mandibular incisiv dişler arasına uygulanan Günther padanıdır. Bunlardan en fazla ve en kolay kullanılanı Bayer padanıdır. Bayer padanı sığırlarda da kullanılabilir.
Bayer padanı, sağ ya da sol taraftan kullanılabilir. Ağız boşluğunun muayenesi padanın uygulanacağı tarafın karşısından ağız yukarda ifade edildiği gibi açıldıktan sonra dili tutmayan el ile tutulan padan, maksillar ve mandibular premolar ve molar diş kemerleri arasına uygulanır. Padan kesinlikle bırakılmaz. Dil serbest bırakılır. Dişler arasına uygulanan padan ağzın kapanmasını engeller. Ağız içi kolaylıkla muayene edilebilir.
Köpek ve kedilerde ağzın açılması alt ve üst çenelerin elle tutularak yukarı ve aşağı yönlerde çekilmeleri ile gerçekleştirilir. Ayrıca uygun uzunlukta iki ayrı yumuşak ip ya da sargı bezi parçaları alınır. İpler ortalarından ilmek yapılır. İplerden biri üst, diğeri alt çenede köpek dişleri arkasından geçirilerek ilmekleri hafifce sıkılır ve aksi yönlerde gerdirilir ve ağzın açılması sağlanır. Köpeklerde ayrıca ağız padanı adını verdiğimiz yaylı padan ile ağız açılır. Yaylı padan ilgili tarafta üst ve alt köpek dişlerine yayı sıkılarak uygulanır ve bırakılır. Yay açılırken ağzın açılmasını sağlar. Aynı amaçla kedi ve köpeklerde ağız yapısına uygun ahşap ya da plastik makaralardan da yararlanılır.
Ağız Boşluğunun Muayenesi
Ağız uygun bir şekilde açıldıktan sonra gerekirse ağız boşluğu aydınlatılabilir. Dil ya bir dil pensi ile ya da kaymaması için bir gazlı bezle tutulur. Ayrıca ağız boşluğu içinde yanaklar ve dil üzerine bastırarak detaylı muayene yapmak için spatül adı verilen aletlerden yaralanılır.
Ağız boşluğu ve içindeki anotomik yapıların inspeksiyonu, palpasyonu ve gerekir ise radyografik muayeneleri yapılır. Ağız boşluğu içindeki yapıların hastalıklarının büyük bir kısmı inspeksiyonla görülebilir. Palpasyon ve radyografik muayenelere daha çok diş ve çene kemiklerinin hastalıklarında baş vurulur.
Ağızın Koku Yönünden Muayenesi (Halitosis)
Ağız boşluğu açıldıktan sonra öncelikli olarak ağız kokusunun bulunup bulunmadığına dikkat edilir. Tükrük salgısı ile ilgili salya bezleri ve akıtıcı kanalları, ağız mukozası, dil, diş ve diş etleri, damak, farenks, larenks ve tonsillalar muayene edilir. Ayrıca ağız boşluğu, yabancı cisimler ve tümöral oluşumlar yönünden de muayene edilmelidir.
Ağız kokusu (halitosis), ağız boşluğundaki yapıların hastalıklarında hissedilen, koklanan kötü, nahoş bir kokudur. Ağız boşluğunun muayenesinde ilk hissedilen, çoğunluklada hasta sahiplerince şikayet edilen bir klinik bulgudur. Nahoş koku ağızdaki lokal hastalıklara bağlı olarak meydana gelir. Çoğunluklada periodontal hastalıklarda bakterilerin aktivitesine bağlı sülfür bileşiklerinin bırakılması ile ilgilidir. Halitosis ayrıca üremi, solunum ya da sindirim sistemi hastalıkları ya da diyete bağlı olarakta oluşur. Ağız boşluğunda ki dokuların akut nekrosisleri (şiddetli ülseratif stomatitis ya da gingivitis gibi) ya da hızla gelişen malignant tümörleri halitosis’in diğer nedenlerini oluşturur.
Salya ve Salya Bezlerinin Mayenesi
Ağıza alınan gıdaların ilk sindiriminde etkili olan tükrük salgısı bilateral dört ya da beş büyük bezden (parotis, mandibular, sublingual, zygomatic ve molar) salgılanır. Parotis ve mandibular bezler kolaylıkla palpe edilebilen en büyük tükrük bezleri olup, ramus mandibulaların arka tarafında bulunurlar. Salya bezleri ve akıtıcı kanallarının fonksiyonel olup olmadığını belirlemek için dil üzerine lokal olarak oftalmik atropin sülfate solüsyonundan bir damla damlatılarak test yapılır. Bu test sonucunda normal kedi ve köpeklerde salya miktarında bir artış olur. Şayet salya miktarında değişiklik olmuyor ise salya bez(ler)i ve/veya akıtıcı kanal(lar)ında bir problemin olduğu düşünülebilir.
Tükrük salgısının aşırı sekresyonu (hypersialosis), ağrılı oral ya da farengeal lezyonlarda, diş hastalıkları ya da salya bezleri ile ilgili bozukluklarda oluşur.
Salya bezlerinin direkt radyografik muayenesine salya taşları (sialoliths) dışında nadir olarak başvurulur. Salya bezlerinin kontrastlı radyografisi (sialography) ise daha çok tercih edilir. Glandula ve duktus parotidea’nın sialografisine daha çok başvurulur. Sialography, intravenöz ürografi için kullanılan ve suda eriyebilen bir radyopakt maddenin, 1ml/10 kg dozunda, üst PM4 ve M1 (köpek) seviyesinde yanak mukozası üzerinde bulunan papilla parotidea’ya uygulanan uygun bir sonda ile verilerek gerçekleştirilir.
Salya bezlerinin bulunduğu regiolarda lokal yangı semptomları göstermeyen, yumuşak, hamur kıvamında, zamanla gelişen yaygın şişkinlikler salya retensiyonuna yani salya kistine yorumlanır. İntermandibular ya da kranial servikal bölgede salyanın derialtı dokular arasına yayılması ile oluşan kistlere servikal mukosel, ağız boşluğunun tabanında sublingual bölgede unilateral ya da bilateral olarak içi salya dolu keseciklere ise ranula adı verilir. Salya kistlerine genel olarak salivary mucocele ya da sialocele adı verilir. Şüpheli durumlarda çene altında ve boynun ön tarafında belirlenen ya da dil altında görülen şişkinliklere aseptik punksiyon yapılabilir. Mukus şeklinde tükrüğün aspire edilmesi salya kistini doğrular. Salya kistleri, tükrük bezlerinin akıtıcı kanallarının özellikle salya taşları (calculi salivalis, sialolit) ile tıkanıklıklarına veya çevre dokuların yangısal şişkinliklerinin basıncına bağlı olarak gelişir.
Salya bezlerinin bulunduğu regiolarda belirlenen şişkinlik, lokal ısı artışı ve ağrı ile birlikte tükrük salgısının artması salya bez(ler)inin yangısı (sialoadenitis)’na yorumlanır.
Salya bezlerinin akıtıcı kanallarında; özellikle de ductus parotidea’da, tespih tanesi gibi şişkinlik(ler) gösteren, palpasyon ile belirlenebilen ve direkt radyografide radyopakt görüntü veren oluşumlar salya taşları (sialoliths)’nı tanımlar.
Çoğunlukla regio parotidea’da ya da insisura vasorum bölgesinde içinden salya akıntısı gelen fistül oluşumlarına ise salya fistülü adı verilir.
Ağız Mukozasının Muayenesi
Ağız mukozası membranı gingivalar, dudaklar va yanakların iç tarafından ibarettir. Ağız mukozasının rengi ve kuruluğu, hem ağız hastalıklarının hem de genel dehidrasyon ve kansızlığın değerlendirilmesi açısından önemlidir. Ağız mukozası normalde açık kırmızı renkte, hafif nemli ve parlaktır. Ağız mukozasındaki genel ya da lokal kızarıklık yangı belirtisi, solgunluk ise kansızlık ya da dolaşım yetmezliği bulgusu olarak değerlendirilir. Kuruluk ise dehidrasyonun klinik bulgusu olarak yorumlanır. Ağız mukozasının yangısına genel olarak stomatitis adı verilir. Stomatitis genellikle mekanik, fiziksel, kimyasal, bakteriyel, viral ve mikotik nedenlere bağlı olarak oluşur. Stomatitis ağız boşluğundaki diğer yapıların hastalıkları; gingivitis (diş etlerinin yangısı), glossitis(dilin yangısı), palatitis (damağın yangısı) ve cheilitis (dudağın yangısı) ile birlikte bulunabilir.
Dilin Muayenesi
Dil, konjenital anomaliler, rengi, büyüklüğü, kıvamı, bütünlüğünün bozulup bozulmadığı, hareketleri ve duyarlılığı yönünden muayene edilmelidir. Dilin normalden küçük olması (microglossia), normalden büyük olması (macroglossia), ağız tabanı ile dilin ventral yüzeyi arasında total birleşme (ankyloglossia) dilin görülebilen konjenital anomalileridir Dilin yangısına glossitis adı verilir. Sığırlarda dilin hacminin artması ve kıvamının sertleşmesi çoğunlukla dil aktinobasillozisi (“wooden tongue”, odun dil)’ne yorumlanır. Ayrıca dil üzerinde yüzeysel ya da derin, uzunluğuna ya da enine yaralanmalar, hatta ülser(ler) bulunabilir. Dilde siyanotik renk, kuruluk, sertleşme ve duyarlılık kaybı gangrene yorumlanır.
Dilin ağız boşluğundaki pozisyonuna, hareketi ve el ile hafifce çekildiğinde geri çekme direncinin olup olmadığına ve her iki tarafa doğru yalama hareketinin bulunup bulunmadığına dikkat edilir. Dilin normalde ağız boşluğunun ortasında olması, her iki tarafa doğru yalama yapabilmesi, hafifce çekmeye karşı direnç göstermesi ve normal büyüklükte bulunması n. hypoglossus (CNXII)’un fonksiyonel olduğuna yorumlanır. Şayet dil ağızdan dışarı asimetrik olarak sarkmış, hareket ve duyarlılığını kaybetmiş, atrofiye olmuş, her iki tarafa doğru yalama yapamıyor ve çekmeye karşı direnç gösteremiyor ise bu durum dil felci (n. hypoglossus’un paralysis)’ne yorumlanır. Dil felci unilateral ya da bilateral olarak şekillenebilir. Dilin hareket yeteneğinin azalması ya da kaybolmasına karşılık duyarlılığının artması ise dil kemiği (os hyoideus) kırığına yorumlanabilir.
Diş ve Diş Etlerinin Muayenesi
Diş ve diş etlerinin muayenesi ağız muayenesinin en önemli bölümünü oluşturur. Dişler, vücudun en sert yapılarıdır. Süt dişler (dentes decidui) ve kalıcı dişler (dentes permanent) sayı, renk, bütünlük, büyüklük, hareket, ağrı yönünden inspeksiyon, palpasyon ve radyografik olarak muayene edilmelidir.
Her bir dişin çıkma zamanının ve dişlerin kök sayılarının bilinmesi diş hastalıklarının daha iyi bilinmesi ve yorumlanması açısından önemlidir. Kalıcı dişlerin sayısı hayvan türlerine göre; at (40), sığır (32), köpek (42), kedi (30), farklı olup hayvanın yaş tayininde de önemlidir. Diş sayısındaki azalma oligodonti, artma ise polyodonti olarak isimlendirilir. Dişler yaşa bağlı olarak aşınabilirler. Travmatik nedenlere ya da şiddetli periodontal enfeksiyonlara bağlı olarak bulundukları çene kemiği alveolünden düşebilirler.
Oklüzyon (occlusion), alt ve üst çenenin normal kapanmasıdır. Mesocephalic köpek ırklarında normal bir oklüzyonda alt ve üst çenenin tam olarak karşı karşıya gelmesi gerekir. Üst insisiv dişlerin alt insisiv dişlerin önünde olması, üst ve alt çene P2 dişlerinin öğütücü yüzlerinin aynı düzlemde olması, alt çenedeki köpek dişlerinin normal kapanmada üst çene köpek dişleri ve 3. insisiv dişler arasına oturması, premolar dişlerin kronları hem üst çene hem de alt çenede iki premolar diş arasındaki boşluğa oturması gerekir. Bu özellikler, Brachiocephalic ırklarda farklılık gösterir. Bu ırklarda normal oklüzyonda üst çene insisiv dişler, alt çene insisiv dişlerin arkasına gelir.
Maloklüzyon (malocclusion) ise, alt ve üst çenenin normal kapanmaması, anormal kapanmasıdır. Konjenital veya edinsel olabilir. Üst çenenin, alt çeneden uzun (brachygnathia; sazan balığı ağzı) ya da alt çenenin üst çeneden uzun (prognathism; turna balığı ağzı) olması maloklüzyonun en önemli konjenital nedenleridir. Prognathism, brachiocephalic ırklarda normal, mesocephalic ırklarda anormal kalıtsal oluşum olarak kabul edilir.
Brachygnathism veya prognathism anomalilerinin sonunda gelişen çarpık ağız anomalisi, üst ve alt çene insisiv dişlerin tam öğütücü yüzlerinin üst üste oturması ile oluşan düz oklüzyon, dişlerin sayısının normalden fazla olması, dişlerden bazısının ya da hepsinin olmaması (anodontia) ve dişlerin sayısının normalden az olması çenelerin normal oklüzyonunu engellerler.
Yarık diş veya ikiz diş oluşumu; diş, ya yarılmış olarak ya da dişin ortasının erimesi sonucu bir diş kökünden iki ayrı kuron oluşması, maloklüzyonun diğer nedenlerindendir.
Enamel hypoplasia (Mina hypoplazisi) (normalde köpekler mina çıkıntılı dişlere sahiptirler), normal oklüzyona engel olurken, aynı zamanda dişlerin zayıflamasına, çürümesine ve kırılmasına predispozisyon oluşturur. Atlar, normalde mina invaginasyonlu diş yapısına sahip olduklarından bunlarda maloklüzyona neden olmazlar.
Zamanında düşmeyen süt dişleri, kalıcı dişlerin çıkma zamanı ve çıkma yönünü değiştirerek normal oklüzyona engel olurlar.
Diş eti, ağız mukozasının bir bölümünü oluşturur. Diş etleri normalde dişleri kollum dentis seviyesinden sararlar. Sağlıklı dişeti, açık kırmızı renkte olup, bir periodontal prop ya da sonda ile endirekt olarak palpe edildiğinde kanamazlar. Diş etinin koyu kırmızı, şişkin ve ödemli olması yangılı; gingivitis, olduğununa yorumlanır. Diş etinin diş, diş eti sınırını aşacak şekilde, bazen dişin kuron kısmını saracak şekilde büyümesi gingival hyperplasia’yi tanımlar. Gingival hiperplasia dişetinin akut yangılarında ve plak içeren şiddetli periodontal enfeksiyonlarda daha çok görünür. Diş etinin kollum dentis açığa çıkacak şekilde geri çekilmesi gingival hypoplasia olarak tanımlanır ki, kronik periodontal yangılarında daha çok görülür.
Dişlerdeki renk değişiklikleri inspeksiyonla kolaylıkla görülebilir. İlk sütdişleri beyaz, kalıcı dişler ise kirli beyaz renkte görünürler. Şayet süt dişleri ve kalıcı dişler kahverengi-sarı-portakal renkte görünürlerse gebelik döneminde ya da doğumdan sonra 5. aya kadar ki dönemde tetrasiklin grubu antibiyotik uygulandığına yorumlanır. Tetrasiklin, kemik dokuya; sütdişlerine, geçer odontoblast ve ameloblast hücrelerini etkiler. Şayet tek bir dişte kırmızımsı-mor (erguvan kırmızısı) ile gri-siyah gibi anormal renk değişikliği görülürse bu çoğunlukla pulpa dentis (cavum dentis içindeki dokular)’in yangısı (pulpitis, endodontitis)’na yorumlanır.
Bir ya da birden fazla dişte kahverengi, koyu kahverengi ya da siyah renk oluşumları diş çürüğü (dental caries)’nü gösterir. Diş çürüğü, diş üzerinde ya da gingival sulkusta biriken ve dental plak adı verilen gıda artıkları (özelliklede karbonhidratların) ve tartr’ların bakteriyel fermentasyonu sonucu oluşan asit ürünlerinin dişin inorganik bölümünün demineralizasyonuna ve organik bölümünün destruksiyonuna neden olması ile oluşur. Diş çürükleri, hayvan türleri arasında en fazla atlarda, en az da köpeklerde gözlenir.
Dental plak (plaque), diş ile diş eti arasında bulunan periodontal cep (gingival oluk, gingival sulkus)’te biriken gıda artıklarına verilen isimdir. Aslında dental plak epitel hücreler, lökositler, makrofajlar, lipidler, karbonhidratlar, inorganik maddeler ve su ile karışık salya glikoproteinleri ve ekstrasellüler polisakkaridlerin oluşturduğu bir martiks ve içindeki bakterilerden ibarettir. Diş etinin serbest kenarının üzerinde oluşan plaklara supragingival plaque, diş etinin serbest kenarının altında diş köküne doğru bulunan plaklara ise subgingival plaque adı verilir. Periodontal cebin normal derinliği 1-2 mm kadardır. Bu cebin derinliğinin artması, gıda artıklarının daha fazla birikmesine, bakterilerin üremesi için uygun ortam oluşumuna, zamanla burada biriken gıda artıklarının mineralize olarak sert bir yapıya (tartr, calculi dentalis, diş taşı) dönüşmesine ortam oluşturur. Dental plak ve tartr özellikle yumuşak ve hazır gıdalarla beslenen köpeklerde daha fazla oranda oluştuğundan, ağız kokusu ile kliniğe getirilen köpeklerin bu yönden muayene edilmeleri ihmal edilmemelidir.
Diş üzerinde gri-kahve renginde değişik hacimde görülen oluşumlar diş taşları (tartr, calculi dentalis)’nı tanımlar. Diş taşları supragingival ya da subgingival plakların mineralize olmaları ile supragingival calculus ya da subgingival calculus şeklinde oluşur. Köpeklerde supragingival calculus özellikle üst çene dördüncü premolar (PM4) ve birinci molar (M1) dişlerin fasies bukkalis yüzlerinde daha fazla bulunur. Bu bölge, ductus parotidicus’un ağıza açıldığı yerin bitişiğindedir. Ağız Boşluğunun Muayenesi Diş ile dişeti arasında, dişle bütünleşmiş hatta dişi tamamen sarmış, kirli sarı, kahverengi, hatta siyah renkte kitleler olarak görünürler. Diş taşları periodontal hastalıkların en önemli nedenlerindendir.
Dişin parsiyal ya da total anatomik bütünlüğünün bozulması diş kırığına yorumlanır. Kırık, dişte sınırlı kalabildiği gibi alveoler kemiğide içerebilir. Alveoler kemiği içermeyen diş kırıkları, kuron kırığı, kök kırığı veya kuron ve kök kırığı şeklinde olabilir. Kuron kırıkları inspeksiyonla direkt görülebilirken kök kırıkları ise radyografik muayenelerle belirlenebilir.
Sağlam ve sağlıklı dişlerin palpasyonunda ya da perküsyonunda duyarlılık belirlenemez. Sıcak ya da soğuk içecek ya da yiyeceklerin alınımı sırasında aşırı hassasiyeti bulunan hayvanların ağız muayenesinde dişte kırmızımsı-mor (erguvan kırmızısı) ile gri-siyah gibi anormal renk değişikliğinin görülmesi ve dişin palpasyonu ya da perküsyonunda aşırı duyarlılığın belirlenmesi pulpa dentis’in yangısı (pulpitis, endodontitis)’na yorumlanır. Diş çürükleri, diş kırıkları, şiddetli periodontitis ve hematojen enfeksiyonlar pulpitis’in en önemli nedenlerini oluşturur. Ağız Boşluğunun Muayenesi Pulpa dokusunun nekroze olduğu durumlarda dişte duyarlılık, ağrı oluşmaz. Pulpa boşluğundaki yangısel durum, özelliklede dentin tabakasında ki erime (lysis) radyografik olarak belirlenebilir.
Çiğneme problemi ve çoğunluklada fasial şişkinlik, bazen de fistül oluşumu periapikal apse’yi akla getirir. Diş apsesi çoğunlukla periodontal enfeksiyonların bir komplikasyonu olarak oluşur. Şiddetli periodontal enfeksiyonlara bağlı olarak derinleşen periodontal çepte biriken gıda artıkları, bakteriler ve debrislerin oluşturduğu irin kolleksiyonu, periodontal ligamentlerin de fonksiyonunu kaybetmesine bağlı olarak diş köküne kadar yayılır ve burada birikerek apse (periapical abscess, apical periodontitis) oluşumuna neden olur. Gözün medial kantusunun alt bölge (suborbital)’ sinde görülen fasial şişkinlik ya da içinden irinin drene olduğu fistül oluşumu maksillar PM4 (karnasial diş) diş kökünde periapikal apse oluşumuna yorumlanır ki, bu karnasial apse olarakta isimlendirilir.
Yüzde oluşturduğu şişkinlik ile şüphelenilen diş apsesinin doğrulanması için periodontal bir prob ile periodontal cebin muayenesi sırasında irinin boşalması diş apsesini doğrular. Ayrıca diş kökünün radyografik muayenesinde, irin kolleksiyonunun varlığı, diş kökünün alveoler kemikten ayrılması, pulpa kavitesinin genişlemesi ve bazı kronik vakalarda ise alveolar kemikte osteolysis (erime)’in görülmesi ve alveoler kemik desteğinin kaybolması periapikal apseyi doğrular.
Üst ve alt çenede görülen fistül vakalarında çoğunlukla diş fistülleri akla gelmelidir. Diş kökünde gelişen apsenin, alveolar kemikteki osteolysisini takiben dış ortama açılmasına diş fistülü adı verilir. Ağız Boşluğunun Muayenesi Mandibular diş apseleri direkt dış ortama ya da ağız boşluğuna açılırlarken, maksillar diş apseleri maksillar sinus boşluğuna (oroantral fistül) ya da burun boşluğuna (oronasal fistül) açılırlar. Oronasal fistül çoğunlukla kanin diş kaybı ya da ekstraksiyonundan sonra oluşur.
Ağız boşluğu oral neoplazmalar yönünden de muayene edilmelidir. Ağız boşluğundaki tümörler kolaylıkla görülebilir. Tümörlerin benign ya da malign olup olmadıklarını belirlemek için tümörlerden doku örnekleri alınarak histopatolojik muayenelerinin yaptırılması gerekir. Oral papillomatosis ve epulis en fazla görülen benign tümörlerdir. Oral papillomatosis ağız mukozası epiteliumundan orjin alırlar ve çok sayıda ve yaygın (multiple) kitleler halinde dudakta, yanakta, dil altında ve diş etlerinde görülürler. Fakültemiz cerrahi kliniklerine oral tümör şikayeti ile getirilen, klinik ve histopatolojik değerlendirmeler sonucu oral papillomatosis teşhisi konulan 15 köpekte 7.5 mg/kg oral tek doz levamizol ile tedavileri başarı ile yapılmıştır. Yine fakültemiz kliniklerinde yapılan farklı bir çalışmada oral papillomatosisli 17 kuzuda 5 mg/kg dozunda 5 gün süreyle siklosporin oral olarak uygulanmış ve olumlu sonuçlar elde edilmiştir. Epulis ise diş etinden orjin alan benign karakterde tümör ya da tümör benzeri (gingival hyperplasia) oluşumlar olup çoğunlukla tek kitle (soliter) halde sadece diş etinde görülürler.
Ağız açıldıktan sonra dil, bir pensle ya da bir gazlı bezle tutulur öne doğru çekilir, kaidesine bir spatülle bastırılır ve aydınlatılır (laryngescope ile) ise dilin geri kısmındaki larenks, farenks, tonsillalar ve ses telleri ve mukozalarının muayeneleri rahatlıkla yapılabilir. Mukozalardaki kırmızılık ve şişkinlik yangısel bir duruma; laryngitis, pharyngitis veya tonsillitise yorumlanır.
Ağız boşluğu, ayrıca yabancı cisimler yönünden de muayene edilmelidir. Ağız Boşluğunun Muayenesi Özellikle kedi ve köpekler ağızlarına her türlü yabancı cismi alırlar. Ağız Boşluğunun Muayenesi Kemik parçaları, tel parçaları, balık oltaları, dikiş iğneleri, odun parçaları bu yabancı cisimlerden bazılarıdır. Bunlar, diş dişeti arasına, dişler arasına batmış ya da sıkışmış olarak görülebilirler.
Doğumdan sonra neonatal hayvanların emdikleri ya da içtikleri sütün bir kısmının burunlarından gelmesi (nasal regurgitation) damak yarığı (palatoschisis, cleft palate) bulunduğuna yorumlanır ki, bu yönden damağın muayenesinin yapılması gerekir. Ağız Boşluğunun Muayenesi Damak yarığı, yumuşak ya da sert damakta parsiyal ya da total olarak oluşan konjenital fissur olgusu olup ağız açıldıktan sonra direkt olarak görülebilir.
Diş hastalıklarının tanısı için yapılan ağız muayenesi sadece dişin görünen kısmı olan kuron (corona dentis) hakkında fikir verir. Dişin, dişeti tarafından sarılı kısmı (collum dentis ) ile alveolar kemiğe gömülü olan kök kısmı (radix dentis) ve çevresindeki diğer yapılar hakkında bilgi sahibi olunabilmesi için radyografik muayene gereklidir.
Oral radyografide diş(ler)in ideal görüntüsü, dişin uzunluğunun röntgen filmi ile paralel olması ve röntgen ışınının diş ve filme dik olarak gönderilmesi ile elde edilir.
Oral Radyografik Muayene
Oral radyografik muayene diş ve çene kemiklerinin daha iyi tanınması, diş(ler)in anotomik bütünlüğündeki değişiklikler (diş kırıkları, karies)’in belirlenmesi ve değerlendirilmesi, diş köklerinin sayılarının bilinmesi, diş kökünün içinde bulunduğu alveolar kemikteki değişiklikler (alveolar periostitis, osteomyelitis, osteolysis)’in belirlenmesi, diş boynu ve kökü ile alveolar kemik arasındaki patolojik oluşumlar (tartr, periapikal apse)’ın belirlenmesi ve yorumlanması, diş çekimleri ve endodontik tedavi sırasında hekime yardımcı olması bakımından önemli bir muayenedir. Ağız Boşluğunun Muayenesi Diş ve periodontal yapıların normal radyografisinde diş kökü ve apeksi, mina (enamel), dentin, birden fazla diş kökü olan dişlerde diş köklerinin bifurkasyon alanları, alveolar kemiğin korteksi (lamina dura), dişin pulpa boşluğu, diş kökü kanalı, periodontal ligamentler ile mandibula ya da maksillanın korteksleri dikkatli bir şekilde değerlendirilmelidir.
Adresimiz: İstiklal Mah. Atatürk cad. No:144/A Odunpazarı/ESKİŞEHİR